Büyük arterlerin transpozisyonunda (TGA) anatomik korreksiyon olan arteriyel switch ameliyatlarının postoperatif erken ve geç dönem sonuçlarını etkileyen en önemli husus koroner ostiumların neoaorta üzerine translokasyonudur. Kliniğimizde 1990-1996 yılları arasında, yaşları 2 gün ile 11 ay arasında değişen 84 TGAlı hastada arteriyel switch ameliyatı gerçekleştirildi. Leiden sınıflamasına göre koroner anatomi 64 hastada olağan konfigürasyonda (sol anterior desandan arter ve sirkumfleks arter (LAD+Cx) sinüs 1, sağ koroner arter (RCA) sinüs 2 çıkışlı) olmasına karşılık, 20 hastada 7 farklı anatomik konfigürasyon belirlendi. Bunlardan 10undna LAD sinüs 1, RCA+Cx sinüs 2 çıkışlı, 4ünde tek koroner orifis (2 hastada) sinüs 1, iki hastada ise sinüs 2den çıkış), birinde inverted RCA ve Cx arter, 5inde ise intramural seyir gösteren sol ana koroner ya da LAD bulunduğu tespit edildi. Ağustos 1992den bu yana ameliyat edilen 61 hastada toplam mortalite %9.8 (6/61) oldu. Bu hastalardan ikisinde koroner perfüzyon bozukluğu exitus nedeni olarak belirlendi. İntramural koroner yapısı gösteren hastalardan biri postoperatif 1. gün kaybedilmiş olup, bu hastada aynı zamanda mevcut olan büyük arterlerin side by side yerleşimi nedeni ile neoaortanın sol çıkışına kompresyon yaptığı anlaşılmıştır. Cx arterin RCA ile birlikte sinüs 2den, LADnin sinüs 1den çıktığı bir diğer hasta ise postoperatif 3. ay miyokard infarktüsü ile kaybedildi. Postoperatif erken dönemi sorunsuz seyreden bu hastanın kontrol anjiyografisinde LADnin sinüs 1den çıktığı bir diğer hasta ise postoperatif 3. ay miyokard infarktüsü ile kaybedildi. Postoperatif erken dönemi sorunsuz seyreden bu hastanın kontrol anjiyografisinde LADnin tıkalı olduğu belirlendi. Sonuç olarak klinik tecrübelerimiz, koroner arter anatomisinin arteriyel switch ameliyatın kontrendikasyon teşkil etmediği, koroner anatomiye ilişkin varyasyonlarda translokasyon problemlerinin, yüksek yerleştirme; ostiumların tek bir buton halinde çıkarılması ve perikardiyal tavan oluşturularak rotasyonsuz anastomoz, komissüral taken-down ve resüspansiyon uygulanması gibi tekniklerle aşılabilmesinin mümkün olduğu görüşünü desteklemektedir.