YAZARI BİLİNMEYEN CERRÂHNÂME
Bu eserin yazarı bilinmemektedir.[4,5] Bilinen iki
nüshası vardır. Birinci nüsha Hazâ Kitâb-ı Cerrâhnâme,[2]
İstanbul Arkeoloji Müzesi Kütüphanesi, 729 numarada
kayıtlıdır ve 134 fasıldan oluşmaktadır. 910 H./1504
yılında istinsah edilmiştir.[2,4,5] Kitâb-ı esbâbü’l-alâmât cerrâhnâme adını taşıyan diğeri ise Süleymaniye Yazma
Eserler Kütüphanesi, Yazma Bağışlar Koleksiyonu, 814
numaradadır.[4,5] Yıldırım[4,5] dil özelliklerini göz önünde
bulundurarak yaptığı incelemelerle yazarı bilinmeyen
Cerrâhnâme’nin XV. yüzyılın son çeyreğinde yazılmış
olabileceğini bildirmektedir.
CERRAH İBRÂHÎM VE ALÂ’İM-İ
CERRÂHÎN
Mora Seferi’nde (1498-1502) Moton (Methone)
Kalesi’nin fethi sırasında (1500) Cerrah İbrahim bin
Abdullah tarafından bulunan Çindar a dlı Y unanca v e
Süryanice yazılmış bir tıp kitabının Türkçe çevirisidir.[3,6]
Cerrah İbrahim’in Platon, Galen, Hipokrat ve İbn Sina’nın
görüşlerine uygun olduğu için çevirdiğini söylediği bu
eserin,[3,6] bazı yazman üshaları çeşitli kütüphanelerde
bulunmaktadır*.[6] Eserin Yıldırım[7] tarafından bulunan
ve tanıtılan Fi nebzeti’n min el-cerrahîn adını taşıyan
bir de özeti vardır. Yirmi iki bölümlük bu eser,
yaralanmalar, tüm kemiklerin kırık ve çıkıkları, deri
hastalıkları, apseler, tümörler ve bunların tedavileri ile
kullanılan ilaç bileşimlerini vermektedir.[3,6] Adıvar,[8]
babasının adının Abdullah olması ve büyükbabasının
adının bilinmemesinden yola çıkarak Cerrah İbrahim’in
sonradan İslâm dinine girmiş olabileceğini, Yıldırım[7]
da Mora Seferi’ne katılmasının onun bir “ordu cerrahı”
olduğunu düşündürdüğünü söylemektedir.
Yıldırım[6]’a göre Alâ’im-i Cerrâhîn’in bilinen en eski nüshası Süleymaniye kütüphanesinde bulunmaktadır. Hekimoğlu Ali Paşa Koleksiyonu no: 568’deki bu nüsha Receb 911 H. (Kasım-Aralık 1505) tarihlidir.[3] Milli Kütüphane Yazmalar Kataloğunda bu yazma için müellif nüshası nitelemesi yapılmıştır.[9] Süleymaniye, Millet ve Gotha nüshalarında eserin çeviri olduğu belirtilmişken, Manisa 1844 nüshasının önsözünde telif olduğu belirtilmektedir.[6]
Metnin çevriyazısı yapılmış ve çevriyazısı yapılan sayfaların sonuna parantez içerisinde varak numaraları eklenmiştir. Bu yazmada eksik olan 156 ve 159 no’lu varaklardaki bilgi Manisa 1851 yazmasından[10] alınmış ve Manisa 1844 yazması[11] ile karşılaştırılmıştır. Adı geçen nüshalarla birlikte İÜ TY 7147 yazması[12]’da karşılaştırma için kullanılmıştır. Kan alınacak damarlar konusunda damarların Latince isimleri belirlenirken Ünver’in[13] “ İbni S ina’nın k an a lınacak d amarlar risalesi” adlı makalesinden yararlanılmıştır.
Yazarı bilinmeyen Cerrâhnâme’nin ise İstanbul Arkeoloji Müzesi Kütüphanesi 729 numaradaki nüshası[2] incelenmiş, eserin “El-faslü’t-tâsi‘ ve’t-tis‘ûn hareket ider tamarlarda olan cerâhati beyân ider” başlıklı 99. bölümünün[2] çevriyazısı yapılmıştır. Çeviriyazısı yapılan metinlerde geçen Arapça ve Türkçe kökenli anatomik terimlerin Latinceleri parantez içerisinde ve italik yazıyla metin içerisine yerleştirilmiştir.
El-bâb es-sânî‘aşer. Cemî’i teşrîhleri beyân ider [3a][3]
Üçünci fasl. Hareketsüz tamarlar şerhindedür.
Câlînûs ve Ebû / ‘Alî Sînâ’dan nakldür ki eydür†:
kebidden (karaciğer; hepatis) ya‘nî kavukdan‡ tamar /
kopar, yiri muka‘ar-ı kebidden (karaciğerin iç yüzü) ya‘nî
çak çukur yirinden ibtidâ / ider; ve bu tamarun adı
ecvefdür (vena cava), zîrâ bedenün tamarlarından /
bunun tecvîfi büyükdür.
V. porta ve dalları metinde aşağıdaki şekilde açıklanmaktadır:
Ve ammâ ol tamar kim ana bâb (V. porta) dirler, / bagır içinde bulunur ve andan beş tamar budaklanur. Beşi dahı bagırun / beş ucına degin ulaşur. Andan sonra ol beş tamardan [134b][3] muhtelif budaklar bulunur ve bu budaklardan sekiz degirmi tamar / me‘â’-i isnâ ‘aşeriyyeden (duodenum) yana egilür; ve bu sekiz tamardan kiçirek / iki tamar ayrılur. Biri em‘â’-i isnâ ‘aşeriyyeye, ol bir bagarsukdur / kim uzunlugı on iki barmakdur ve biri ma‘idenün ol yanına / ulaşur kim bevvâbun önidür; ve altı büyük tamarun birisi ma‘idenün / sag yanına ulaşur; ve ikincisi talakdan yana yönelür ve / talaka ulaşmadın andan bir büyük budak ayrılur ve ma‘idenün / sol yanına ulaşur ve bir budagı talagun çukurına ulaşur / ve ol aracukda bulunur, bir cüzvi talagun başına degin varur / ve bir cüzvi talagun ucundagı cüzvlere; ve üçüncüsi me‘a (intestinum) / ortasındagı tamarlarun büyük cüzvlerine ulaşur; ve dördünci [135a][3] mak‘adun göz yerine ve karınun ic perdesine degin ulaşur; / ve beşinci kolon (colon) dedükleri bagarsugun çevresindeki tamarlarun / yollarında bulunur ve dahı çok tamarlar içinde bulunur tâ ki me‘â’-i / sâyimeye (jejunum) degin varur; ve bu tamarlar cemî‘i me‘â’-i dakîk (ileum) ve me‘â’-i / kolon (intestinum colon), (intestinum crassum) icinde bulunur, bâb tamarından bulunur…[135b][3]
Bölümün bundan sonraki kısmında V. cava superior ve inferior’dan söz edildikten sonra V. cava superior’un açıklaması verilmektedir. Bundan sonraki kısımda V. cava inferior’u oluşturan dallar açıklanmaktadır.
Alâ’im-i Cerrâhîn’in teşrîh ile ilgili 12. bâbının dördüncü faslı arterler hakkındadır. Hipokrat referans gösterilerek bunların kalp orijinli oldukları, kalpten başlayarak ve kalp üzerindeki dağılmaları da ihmal edilmeden seyirleri incelenmiştir. Beynin bazalindeki seyirleri ve göğüsteki dağılımları, karın içinde ve ekstremitelere geçerkenki seyirleri ayrıntılı verilmiştir. Aşağıda ilgili bölümden bir kısım sunulmaktadır:
Dördünci fasl. Şerâyinde (arterler) ya‘nî müteharrik tamarlardadur. Ebûkırât / eydür: bilgil ki müteharrik tamarlarun ibtidâsı yüregün sol / tecvîfindendür (ventriculus sinistra); ve bunlar iki tamardur: biri kiçi ve biri tabgadur; / ve buna şiryân-ı verîdî (arteria pulmonaris) dirler ve bu tamar evvel emirde öykende (akciğer; pulmo) / yayılur; ve bir büyügi vardur, adı ebherdür (aorta) ve yürekden çıkdugı / hâletde andan iki budak ayrılur ve yüregün cirmin çevürür; / ve büyügi yüregün cemî’ eczâsına yayılur ve kiçisi yüregün sag / tecvîfinün ba‘zı eczâsında yayılur; ve ebherün bakiyyesi dahı iki / kısm olur: biri büyük ve biri kiçi yukarudan yana varur zîrâ / yürekden yukaru az a‘zâ vardur…[139a][3]
Teşrîh bölümünün dokuzuncu faslı kalp ve akciğer anatomisi üzerine olup yazar tarafından bu organların klinik önemleri, yaşamsal fonksiyonlar açısından konumları özellikle vurgulanmış ve İbn Sînâ’nın sözleri kaynak olarak gösterilmiştir.
Tokuzuncı / fasl. Öykeni (pulmo) ve yüregi (cor) bildürür, Ebû ‘Alî Sînâ kavlince. Şöyle [147b][3] buyurur ki: öyken bir cismdür ve terkîbi bir etdendür ki gül rengine / benzer ve hem bogurtlak kemürdeklerinden (cartilagines laryngis) ve hem müteharrik tamar / lardandur ve öykenün hissi yokdur ve leykin perdesinün az hissi / vardur; ve menfa‘ati yürekde göyünmiş tütüne benzer buhârları / taşıraya çıkarur ve taşıradan yürege sovuk yel getürür / tâ yürekdeki hararet-i garîziyye i‘tidâl bula ve ol göyünmiş / buhârlardan beden helâk olmaya; ve ammâ yürek bir cismdür ki / şekilde çam kozagına benzer ve mahalli gögüsün orta yeridür / ve başı sol emcek altındadur ve levni enâr dânesi gibidür; ve terkîbi ve yag ve gışây-ı sulb (pericardium) ya‘nî kabı§ perdedendür ve harâret-i / garîziyyenün menba‘ıdur ve iki tecvîf vardur: biri sagdan [148a][3] ve biri soldan yana. Ammâ ol tecvîf kim sagdan yanadur / içi çok kan ile toludur ve içinde azacuk rûh dahî vardur / bile; ve bu tecvîfden öykene yollar vardur tâ ki öykene ol / yollardan yürek kanından gıdâ vere ve öykenden yürege yel geçe / ve ammâ ol tecvîf kim soldan yanadur çok rûh ile toludur / ve içünde azacuk kanı dahı vardur bile; ve cemî’î şerâyin bir / tecvîfden biter [148b] (Şekil 1).[3]
Alâ’im-i Cerrâhîn’in on üçüncü bölümünde vücuttaki tüm damarların sayıları, kan alınabilecek damarlar, kanın vücut için taşıdığı önem, gerektiğinde kan alınması, kimlerden ve hangi durumlarda kan alınıp alınmayacağı irdelenmiş, alınacak miktar üzerinde ve kan alınan kişinin sonraki bakımı hakkında yorumlara yer verilmiştir. Yazar bu bölümde kaynak olarak Galen’e atıfta bulunmaktadır:
El-bâb es-sâlis ‘aşer. Tamarları ve ser-cümle
tamarlardan kan almagı beyân ider[3a][3]
El-bâb es-sâlis ‘aşer (on üçüncü bâb). / Câlinûs
buyurur ki ser cümle tamarlar dört yüz kırk dört
tamardur**. / Pes ehl-i hükemâ bu cümle tamarlardan
otuz iki tamarları ihtiyâr / itmişlerdür ki anlardan
kan alurlar, şöyle kim min küll-i a‘zâya / nâfi‘ ola.
Ammâ sayrulıga kan alalar zîrâ tenkıye-i beden ve
istifrâgı / küll ola, velî çok akı[t]mayalar ve ne vakt
olursa akıtmayalar, / zîrâ ki kan çâsûs-ı a‘zâdur bedeni
harekete getüren oldur [153b].[3] / İmdî eyle gerek kim her sayrulıga tizcek kan almayalar; ve yaşamış / kişiden,
kocadan; oglandan kim kiçirek ola kan almayalar.
Koca / ol kişidür kim işbu zemânda altmış yaşamış
ola, dahı andan girü / ‘ömri sonına degin kocadur††;
ve dahı her kim kan almak dilese gerekdür kim / sabah
gün dogunca kan alalar, aldukdan sonra rufıdan /
yumurda ve şeker şerbeti ve koyun şorbasın¶ yiyeler kim
ve içeler gâyet / nâfi‘ ola. Ammâ gussaluya ve kakımış
ve cimâ‘ itmiş ve hammâma / varmış ve ishâl olmış§§
kişilerden kan almayalar, zîrâ muhâtaradur, hazer
ideler, zîrâ imkân ola eceli yakın gelmiş ola; ve her /
kişiden kim kan alsalar elbetde tamarını baglayalar,
şeşük komayalar / tâ ki mazlemesi kan alan üzerine
olmaya; ve dahı ol otuz iki tamar kim [154a][3] didük
kankı tamarı ne dürlü nesneye nâfi‘ olur anları dahı
bileler / ana göre ol tamarından kan alıvireler tâ ki
nâfi‘ ola… [154b].[3]
Bölümün bundan sonraki kısmında sırasıyla kan alınacak damarların isimleri, yerleri ve adları sayılan bu damarlardan alınacak kanın hangi hastalığın tedavisinde endikasyonu bulunduğu açıklanmaktadır. Damar isimlerinin Türkçeleri ve dönemin uluslararası bilim dili olan Arapça karşılıkları da verilmiştir. Baş bölgesinde yer alan damarların bir kısmı yazarın anlatımı ile aşağıda verilmektedir:
…Beşinci: tulun tamarıdur kim ana ırk / ü’ş-şakîk (venae temporalis superficiales) dirler. Menfa‘ati: baş agrısın ve göze su inmegini giderür / ve andan kan alsalar büyük açmayalar ve üzerine mercimek gibi / tag uralar demir ile; zîrâ kim şiryân şu‘belerinden ihtiyât***. / Altıncı: kulak ardındagi tamardur kim ana halefü’l-üzn (venae auriculares posteriores, venae occipitales, venae mastoideae) dirler. / Anun menfa‘ati: kulak icinde baş barit olsa giderür ve / unutsaklugı dahı giderür. Yedinci: göz bınarı tamarıdur kim / ana mâkü’l-‘ayneyn (venae angulares) dirler. Menfa‘ati: göz bişigin ve cemî’î gicigin / giderür ve burundan saru su akmagı giderür, keser. Sekizinci: / burun tamarudır kim ana ‘ırkü’l-enf (vena nasalis) dirler ve anun menfa‘ati [155a][3]….
Bu bölümün sonunda bu damarların kalbe ait olmadıkları, bir başka deyişle atardamar olmadıkları belirtilerek, damarın hata sonucu neşterle yaralanması sonucu ortaya çıkabilecek belirtiler ve bu durumun tedavisi için yapılması gerekenler ve alınacak önlemler sıralanmıştır:
Ammâ bu tamarlar yagrına††† mensûbdur, yürege / mensûb degüldür; ve bu tamarlara neşterden kaçan hatâ irse / nişânı oldur kim: ol tamarun dâyiresi şiş ve gerik olur / ve kolı dahı kızıl olur ve şişer ve sancar zahmet virür; / ve ‘ilâcı oldur kim: eger sag yanında ise, bir iki günden / sonra sol kolından kan alalar ve ol kolın yukaru duta / ve eger kuvvetlü ise birez akıdalar ve eger za‘îf ise çok / akıtmayalar; bu i‘tibârca ol gün dahı girü kan alalar / olur. Ammâ eger sol yanında ise sag kolından kan / alalar ve mantar bişüreler, gül yagıyla tamar üzerine ısıcakla [157a][3] vuralar; ve kabak içini dahı süd ile kaynadalar ve tamar üstine / vuralar, çevre yanına gül yagı ve kuyruk yagı dürteler. Eger ki / bunlar hâzır bulunmasa zeyt yagıyla yâ bezîrle yumurdayı kaykana / eyleyeler veyâ un ile höşmeyrü eyleyeler, ısıcakla ol tamar / üzerine vuralar, tâ ki ol inen kan tazîc‡‡‡ olub düşince. / Andan merhemî bâsalîkûn vuralar ya merhemî kâfûr vuralar§§§. / Eger kan durmaz ise, neşter öte geçerse, yir bagarsugunı / dögeler, merhem gibi ideler, sag tuz katalar, yumurda sarusıyla / karışduralar, eski panbuga dürteler, üzerine vuralar, berk kemend ideler. Üc gün dura. Andan panbugı zeyt yagıyla ılıcak idüb yuyalar, andan koparalar, dahı merhem vuralar [157b].[3]
Yine aynı bâbın diğer bir faslında ise kan alınacak ve alınmayacak günler belirtilmiş; kan alınmayacak günlerde kan alınırsa bunun sonucunda oluşabilecek komplikasyonlar ile kan alınacak günlerde kan almanın hangi hastalıklar için endike olduğu belirlenmiştir:
Fasl. Kan almak günlerin beyân / ider. Ammâ bilgil ki her ayun evvel güninde yâ on beş güni / geçinceye degin kan yaramaz olur. Meselâ, ayun evvel / güninde aldursa el ayak ditremesi hâsıl ola. İkinci / [gün]inde hem muhâtara ola.¶¶ Üçünci güninde muhâlif rence / ulaşdura. Dördünci güninde mefâcân ölümin getüre. Beşinci / güninde gevdeyi ditreme dutucı ola. Altıncı güninde endâmları / süst ola. Yedinci güninde aldursa ma‘deyi harâba vire. / Sekizinci güninde göz nûrın kem eyleye. Tokuzuncı güninde ma‘deye / halel vire. Onuncı güninde gevdeyi uyuz ve çıban çıkarıcı ide [158a].[3] / On birinci güninde dimâg kurulığın getürici ola. On ikinci / güninde agız ve nefes kokusın hâsıl idici ola. On üçünci / güninde gönül perîşânlıgın getürici ola. On dördünci güninde / nikrîs rencin hâsıl idici ola. On beşinci güninde gâyet yaramaz / dur; ve ammâ ol günler kim ‘illetler giderici ola kan aldurmak / yarar ola. Meselâ, her ayun on altıncı güninde aldursa uyuz / ve çıban giderici ola. On yedinci güninde aldursa tâ biriyle degin / haste olmaya. On sekizinci güninde aldursa baş agrısın gidere. / On tokuzuncı güninde aldursa hergiz meflûc olmaya. / Yigirminci güninde aldursa sarılıgı gidere. Yigirmi birinci / güninde aldursa yürek oynamasın ve agrısın gidere. Yigirmi [158b][3]¶¶¶ ikinci güninde aldursa agız kokusın ve rencin gidere††††. Yigirmi / üçünci güninde göz nûrın artura ve endâmların muhkem kıla‡‡‡‡. Yigirmi dördünci / güninde şişler rencin ve zahmetin gidere§§§§. Yigirmi beşinci güninde aldursa zeyreklik / getüre. Yigirmi altıncı güninde mefâcân ölüminden emîn ola. Yigirmi yedinci güninde gönül / teşvîşin gidere. Yigirmi sekizinci güninde gevdeye kuvvet vire****. Yigirmi tokuzıncı / ve otuzıncı güninde yaramazdur, hazer itmek gerekdür, sakınalar! Cemî‘ hükemâ ittifâkı / bunun üzerinedir [31b].[10]
Yazarı bilinmeyen Cerrâhnâme’deki atardamarlarda olan yaraları bildiren bölüm Alâ’im-i Cerrâhîn’de yazılı olan ve kan alınırken toplardamarlarda olan hasar sonucu oluşan komplikasyonları ve bunların tedavi yöntemlerini açıklayan yukarıdaki bölüme ek niteliğinde görülebilir. Bu bölümde V. basilica’dan kan alınırken bu damarın altında yer alan atardamarlarda olan yaralanmalardan bahsetmektedir. A. brachialis ve dalları olarak düşünülebilecek bu damarların delinmesiyle doku altında hematoma bağlı bir şişlik olabileceği gibi damarın kendisinde anevrizma tanımı yapılmaktadır. Yazar büyük çaplı damarların tedavisinde cerrahi önermeyip ilaçla tedaviyi, küçük damarlarda ise damarın açığa konarak yaralanan damarın her iki ucunun bağlanmasını önermektedir. Bazen de dağlamanın yeterli olabileceğini vurgulamaktadır:
El-faslü’t-tâsi‘ ve’t-tis‘ûn (Doksan dokuzuncu fasl). / Hareket ider tamarlarda vâki‘ olan cerâhati beyân ider [112a].[2] Vakt olur bâslîkden fasd iderken altında şiryân / tamarını bile delerler. Andan kan reşh ider, deri altında / verem ider; ve vakt olur verem şiryânda dahı olur yâhod / fasd idemezsizin delinür. Kaçan delinen şiryân ‘azîm olsa / gerekdür ki demürle ‘ilâc olmaya, belki edviyye ile / ‘ilâc ideler; ve eger şiryân sagîr olsa gerekdür ki / etini yaralar, altına sunnâre sokalar çekeler. İki cânibini / kettân iplik ile muhkem baglayalar ve yirine koyalar. Andan / üzerine kâbız şarâb ile ıslanmış eski biz koyalar, dahı / üzerine bitürüci devâlar ekeler. Meselâ, sabr ve kündür / ve enzerût ve demmü’l-ahaveyn. Vakt olur ki dag kifâyet [112b][2] ider, gerekdür ki demüri kızduralar. Ammâ hazer / ideler ki sinire yitişmeye. Vallahü a‘lem ve ahkem [113a], (Şekil 2).[2,5]
Alâ’im-i Cerrâhîn, Sabuncuoğlu’nun cerrahi kitabı Cerrâhiyyetü’l-Hâniyye’den (1465)[17] ve yazarı bilinmeyen Cerrâhnâme’den[2] farklı olarak, anatomi bölümü içermesi ile anatomi tarihi açısından da önemlidir. Bu durum, ez-Zehrâvî (936-1013)[18] ve İbn Sînâ’nın (980-1037) da[19] vurguladıkları gibi, cerrahlık için vazgeçilmez koşullardan birisi olan anatomi bilgisinin önemini gösteren değerli bir bulgudur. Hem Dünya hem de Türk tıp tarihi açısından oldukça önem taşıyan bu yapıtında Cerrah İbrahim, Hipokrat, Galen ve İbn Sînâ gibi yazarların kaynaklarından genişçe yararlanmış, fakat farklı özgün fikirler de öne sürmüştür. Yıldırım[20] önemli bir saptama yaparak Alâim-i Cerrâhîn’in Osmanlılarda teşrîh tarihini 1505 yılına kadar geriye çektiğini ve bunun anatomi tarihi bakımından taşıdığı önemi bildirmektedir.
Alâ’im-i Cerrâhîn’de kalbin sağ tarafında daha çok kan daha az ruh, sol tarafında da daha çok ruh daha az kan olduğu görüşü, Cerrâh İbrâhîm’in kendi sözlerine göre İbn Sînâ’dan ödünç aldığı görüştür. Dolaşım fizyolojisi ile ilgili olarak Diocles’in (M.Ö. IV. yy) öğrencisi Kos’lu Praxagoras’ın (~M.Ö. 340) yalnızca venlerin kan taşıdığını, arterlerin ruh ile dolu olduğunu düşündüğünü görmekteyiz.[21] Erasistratos (~M.Ö. 304~250) kalbin kanı dağıtan bir pompa görevi yaptığını açıklamış, kalbin kapakçıklarını doğru olarak tanımlamış fakat işlevleri konusunda bilgi vermemiştir.[1] Kalbin hem arterlerin hem de venlerin kaynağı olduğunu söylemiş, fakat yalnızca venlerin kan taşıdığı ve arterlerin de ruh için ayrılmış olduğu eski inanışı sürdürmüştür.[21] Buna karşın Efes’li Rufus (~M.S. 98-117) arterlerin çok miktarda ruhun yanı sıra bir miktar da kan içerdiğini belirtmiştir.[21] Galen (129-200) ise kanın hem toplardamarlarda, hem de atardamarlarda bulunduğunu, atardamarlardaki “gel-git” hareketiyle vücuda yayıldığını bildirmiştir.[1,21] Galen’e göre kanın hareketini sağlayan güç kalbin pompalaması değil, atardamarlardaki kasılma gücüdür.[22]
Eserlerin önemli bir özelliği de oldukça az Arapça ve Farsça sözcük kullanılarak, esas olarak Türkçe yazılmış olmalarıdır. Günümüzde ortak anatomik terminolojinin Latince olması gibi, döneminin tıp terminolojisinin Arapça olması nedeniyle anatomik terimlerde Arapçayı kullanması çok da eleştirilecek bir durum olmamakla birlikte, Alâ’im-i Cerrâhîn’de yazar öyken, döş, eyegü, bogurtlak, murdar ilik, köprücük, sekirden gibi örnekleri kolaylıkla çoğaltılabilecek pek çok Türkçe terim kullanmıştır.
Sonuç olarak, bu yazıda dünya tıbbında ksenogreft kraniyoplastiden, Türk tıbbında ise frengi ve ateşli silah yaralanmalarından ilk kez söz eden ve aslen Türkçe terimlerin kullanılması gibi bir diğer özelliğe sahip Alaim-i Cerrahin ile yaklaşık aynı dönemde vücuda getirilmiş olan yazarı bilinmeyen Cerrâhnâme’nin anatomik, fizyolojik ve cerrahi anlamda kalp ve dolaşım sistemini ilgilendiren kısımları sunularak tanıtılmıştır.
Çıkar çakışması beyanı
Yazarlar bu yazının hazırlanması ve yayınlanması
aşamasında herhangi bir çıkar çakışması olmadığını
beyan etmişlerdir.
Finansman
Yazarlar bu yazının araştırma ve yazarlık sürecinde
herhangi bir finansal destek almadıklarını beyan
etmişlerdir.
1) Bayat AH. Tıp Tarihi, 1. Baskı. İzmir: Sade Matbaa; 2003.
s. 96, 116, 242.
2) Cerrâhnâme. İstanbul, Arkeoloji Müzesi Kütüphanesi, no:
729. 910 H. / 1504; v. 1b, 112a-3a.
3) İbrahim bin Abdullah. Alâim-i Cerrâhîn. İstanbul,
Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, Hekimoğlu Ali
Paşa Koleksiyonu, no: 568; 911 H. / 1505; v. 1a-2a, 134b-41b,
147b-8b, 153b-5b, 157a-8b, 294b.
4) Yıldırım N. XV. yüzyıla ait Türkçe bir cerrahname. İstanbul:
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası 1983;46(Supp
90):227-46.
5) Yıldırım N. XV. yüzyıla ait anonim bir cerrahnâme, cerrahi
yöntemlerin kullanıldığı fasıllar, tıbbi terminoloji ile bitki,
drog ve madde isimleri. Yeni Tıp Tarihi Araştırmaları 2004.
2005;10-11:325-434.
6) Yıldırım N. Alâim-i Cerrâhîn üzerine bazı yeni bilgiler. In: I.
Uluslararası Türk-İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Kongresi,
İTÜ 14-18 Eylül 1981, Bildiriler. Cilt 2. İstanbul: İ.T.Ü.
Mimarlık Fakültesi Baskı Atölyesi; 1981. s. 169-81.
7) Yıldırım N. Alâim-i Cerrâhîn’in bilinmeyen bir özeti: fi
nebzeti’n min el-cerrâhîn. Tıp Tarihi Araştırmaları;
1986;1:100-4.
8) Adıvar AA. Osmanlı Türklerinde İlim, 6. Basım. İstanbul:
Remzi Kitabevi, 2000. s. 61.
9) Türkiye Yazmaları Toplu Kataloğu. CD-3. Ankara: T.C. Kültür
ve Turizm Bakanlığı, Milli Kütüphane Başkanlığı; 2005.
10) İbrahim bin Abdullah. Alâim-i Cerrâhîn. Manisa, İl Halk
Kütüphanesi, No: 1851; 1016 H. / 1607-1608; v. 29a-31b.
11) İbrahim bin Abdullah. Alâim-i Cerrâhîn. Manisa: İl Halk
Kütüphanesi, No: 1844; v. 47b-50a, 58a-61a, 64a.
12) İbrahim bin Abdullah. Alâim-i Cerrâhîn. İstanbul: İstanbul
Üniversitesi Kütüphanesi TY, No: 7147; v. 88a-95b.
13) Ünver AS. İbni Sina’nın kan alınacak damarlar risalesi.
Tedavi Kliniği ve Laboratuarı Dergisi 1937;7:36-50.
14) Beksan FK. Avrupada frengi tarihini alakadar eden Türkçe
bir vesika. Türk Tıb Tarihi Arkivi 1938;3:49-51.
15) Yıldırım N. Alâ’im-i Cerrâhîn’de (1505) frengi. Tıp Fakültesi
Mecmuası 1991;54:353-60.
16) Acıduman A, Belen D. The earliest document regarding
the history of cranioplasty from the Ottoman era. Surgical
Neurology 2007;68:349-53.
17) Sabuncuoğlu Ş. Cerrâhiyyetü’l-Hâniyye, 2 Cilt, Hazırlayan:
Uzel İ. Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek
Kurumu, Türk Tarih Kurumu Yayınları; 1992.
18) Albucasis On Surgery and Instruments, A Definive Edition
of the Arabic Text with English Translation and Commentary
by Spink MS, Lewis GL. 1st ed. London: The Wellcome
Institute of the History of Medicine; 1973. p. 2-5.
19) İbn-i Sînâ. El-Kânûn Fi’t-Tıbb. Birinci Kitap. Çeviren: Kahya
E. 1. Baskı. Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek
Kurumu, Atatürk Kültür Merkezi; 1995. s. 341.
20) Yıldırım N. İbrâhim B. Abdullah, Alâ’im-i Cerrâhîn adlı
Türkçe eseriyle tanınan Osmanlı cerrahı. TDV İslâm
Ansiklopedisi, Cilt 21. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı;
2000. s. 284-5.