Torakostomanın 14. günündeki pansumanda, aniden hastanın ağzından ve kaviteden abondan hemoraji olmuştur. Kanama ve hemoptizi, kavite içine baskılı tamponmanla kontrol altına alınmıştır. Ertesi gün kavite içine konan tamponlar çıkartıldığında, bronş güdüğündeki fistülün yaklaşık iki katına ulaştığı, yanındaki pulmoner arterin erode olup üzerinde pıhtı bulunduğu görülmüştür. Bu durumda, gerek enfekte toraks kavitesiyle mediasteni ilişkilendirmemek, gerekse önceki torakotomiye bağlı yapışıklıkların disseksiyonu güçleştireceği düşünüldüğünden transsternal-transperikardiyal yaklaşımla pnömonektomiye tamamlama işlemine karar verilmiştir. Ancak aynı gece hemoptizisi başlayan olgu acilen ameliyata alınmıştır.
Median sternotomi ile superior vena kava ve aort serbestleştirilip pulmoner arterin görülebilmesi için, sırasıyla laterale ve mediale ekarte edilmişlerdir (Şekil 1). Sağ pulmoner arter serbestleştirildikten sonra, arterin proksimali nylon tape ile, distali ipekle bağlanıp kesilmiştir. Daha sonra proksimal arter güdüğü 4/0 polypropylene ile kontinü dikilmiştir. Perikard içindeki üst ve alt pulmoner venler bağlanıp kesilmiştir. Perikardın arka yüzü kesilmiş pulmoner arter yatağından açılarak karinanın tamamen görülmesi sağlanmıştır. Sağ ana bronş karina düzeyinde diseke edilmiş, stapler konarak kesilmiştir. Proksimal uç (pnömonektomi güdüğü) 2/0 polypropylene ile kapatılmış ve sütür hattı vaskülarize perikard ile desteklenmiştir. Enfeksiyonuna tam hakim olunamamış toraks kavitesini mediastenle ilişkilendirmemek için, sekestre üst lobun çıkarılması başka seansa bırakılmıştır. Postoperatif dönemde sorunu olmayan hastanın kavite içi pansumanına devam edilmiştir. Transsternal-transperikardiyal yaklaşımdan 12 gün sonra, ilk torakotomi yeri üzerinden yapılan posterolateral torakotomi insizyonuyla sekestre üst lob çıkarılmıştır. Postpnömonektomi boşluğu küçültmek için torakoplasti uygulanmıştır. Postoperatif 10. günde hasta taburcu edilmiştir. Pnömonektomiye tamamlamanın 4. ayındaki göğüs BTsinde sağ pnömonektomi güdüğünün salim olduğu izlenmiştir (Resim 2). Bilobektominin 10., pnömonektomiye tamamlamanın 5. ayında olan hasta sorunsuz yaşamını sürdürmektedir.
Resim 2. Sağ pnömonektomiye tamamlama sonrası, bronş güdüğü salim olarak izlenmekte
Lobektomi yapılmış 1586 hastayı içeren bir çalışmada BPF insidansı %1.2 olarak bildirilirken, fistülün rezeksiyondan 7-14 gün sonra veya ayları takiben ortaya çıkabildiği belirtilmektedir [4].
Bronkoplevral fistül gelişme riskini arttıran birçok faktör bildirilmiştir. Bunlar preoperatif dönemde radyoterapi ve/veya kemoterapi uygulaması, immünite bozukluğu, sistemik steroid kullanımı, akciğerde inflamatuvar bir hastalık ve diabetes mellitus varlığıdır. Rezeksiyon sırasında bronş güdüğü uzun bırakılmamalı, güdüğün aşırı devaskülarizasyonundan kaçınılmalı, bronş güdüğündeki sütürler sık ve sıkı olmamalı, rezeksiyon sonrasında bronş cerrahi sınırında rezidüel tümör kalmaması için gerekli önlemler alınmalıdır.
Postoperatif dönemde ise reentübasyon ve uzamış ventilatör desteği gerekliliği, sistemik steroid uygulaması, sepsis, kötü beslenme, immünosupresyon, postrezeksiyonel boşluk BPF gelişiminde etkili olmaktadır [1].
Yashar ve Weitberg [5] radyoterapinin BPF meydana gelme olasılığını arttırdığını göstermişlerdir. Yamamoto ve arkadaşları [6] yaptıkları çalışmada, preoperatif kemoradyoterapinin bronşiyal mukozanın kanlanmasını azaltarak fistül gelişim riskini artırdığını vurgulamaktadırlar. Asamura ve arkadaşları [4], diabetes mellitusun adeta bronş güdüğündeki rezidüel bir kanser gibi BPF için predispozisyon yarattığını bildirmişlerdir. Olgumuzda hem preoperatif kemoterapi uygulaması, hem de diabetes mellitus olması bu görüşü desteklemektedir.
Ginsberg [2], 1985-2000 yılları arasında, bronkoplevral fistül nedeniyle transsternal-transperikardiyal girişim yapılmış 116 olguyu içeren 6 serinin sonuçlarını özetlediği araştırmasında, hastaların %91inin erkek olduğunu ve fistüllerin %81inin sağda yerleştiğini saptamıştır. Bu gruptaki rezeksiyon endikasyonları olguların %84ünde karsinom ve %16sında benign hastalıklardır. İntraoperatif komplikasyon olarak 3 hastada pulmoner arterden kanama görülmüş ve bir hasta yaşamını yitirmiştir. Olgumuzda da pulmoner arter ve asandan aortun retraksiyonuna bağlı gelişen intraoperatif hipotansiyon, normal hemodinamik koşullar sağlanana kadar, cerrahi manuplasyonun aralıklı olarak durdurulmasına neden olmuştur. Vurgulanması gereken bir diğer konu da, sol pnömonektomi sonrası oluşan mediasten kaymalarının, median sternotomiyi tercih edilen insizyon olmaktan çıkarabilmesidir. Bu olgularda, anterior torakotomi yaklaşımı daha uygun gözükmektedir [2]. Lobektomi sonrası gelişen BPFlerde ilk seçilmesi gereken yaklaşım, önce plevral boşluğun drenajı ve steril hale getirilmesi, daha sonra da kapanmamış ise BPFnin kapatılıp boşluğun kas flepleri ile kapatılması olmalıdır [2]. Ancak olgumuzda torakostoma sonrası dönemde gelişen abondan hemoraji, bu standart yaklaşımdan vazgeçmemize ve yaşam kurtarıcı radikal bir girişime yönlenmemize neden olmuştur.
Trakea karinasına transsternal yaklaşım, diğer kapatma girişimlerinin başarısız olduğu kronik postrezeksiyonel BPFlerde ya da karinal rezeksiyonun gerektiği olgularda tercih edilmelidir. Transsternal yaklaşımın en önemli avantajı, cerrahın patolojinin olduğu bölgeye, kronik inflamasyon ve fibrozisten uzak, sağlıklı dokular yoluyla ulaşabilmesini sağlamasıdır. Bu olgu sunumunda aslında elektif ve rutin olarak kullanılan bu yöntemin, acil ve yaşam kurtarmaya yönelik olarak da kullanılabileceğinin önemi vurgulanmaya çalışılmıştır.
1) Cerfolio RJ. The incidence, etiology, and prevention of
postresectional bronchopleural fistula. Sem Thorac
Cardiovasc Surg 2001;1:3-7.
2) Ginsberg RJ, Saborio DV. Management of the recalcitrant
postpneumonectomy bronchopleural fistula: Transsternal
transpericardial approach. Sem Thorac Cardiovac Surg
2001;1:20-6.
3) Topçuoglu MS, Kayhan C, Ulus T. Transsternal
transpericardial approach for the repair of bronchopleural
fistula with empyema. Ann Thorac Surg 2000;69:394-7.
4) Asamura H, Naruke T. Bronchopleural fistulas associated
with lung cancer operations. J Thorac Cardiovasc Surg
1992;104:1456-64.