Tartışma
Aort koarktasyonu tamirinde kullanılan teknikler içinde
özellikle klasik uç uca anastomoz yöntemindeki yüksek restenoz oranlarına alternatif olarak 1957 yılında Vosschulte [
1] istmusplasti olarak tanımladığı patch aortoplasti yöntemini önermiştir. Bu yöntem ile fazla disseksiyon ve uzun kros klemp zamanı gerekmemekte, kollateral damarlar korunabilmekte, gerek duyulursa istmus hipoplazisi de onarılabilmekte ve geç dönemde aortun büyümesine imkan sağlanmaktadır. Bu
avantajlarının yanında geç dönemde bildirilen anevrizma
formasyonu, bu tekniğin en önemli komplikasyonudur [
6]. Bunun yanında hem yeni doğan, hem de erişkin grupta yapılabilen alternatif cerrahi teknikler de mevcuttur [
7,
8]. Patchplasti vakalarında gerçek anevrizma kullanılan yamanın tam karşısındaki aort duvarından gelişirken, bundan tamamen farklı olarak bizim olgumuzdaki gibi anastomoz hattından
kaynaklanan psödoanevrizma şeklinde de olabilmektedir [
4,
5,
9]. Aort koarktasyonunda uygulanan patchplasti sonrası geç dönemde gelişen anevrizma formasyonunun tam
mekanizması bilinmemektedir. Bu konuda ileri sürülen bazı teoriler mevcuttur. Bunlardan birincisi ve en eskisi kullanılan rijit sentetik materyal ile aort duvarı arasındaki komplians farklılığıdır. Fakat daha sonra yapılan çalışmalarda duvar
geriliminin yamanın karşısındaki anevrizma gelişen aort duvarında değil, anastomoz hattında olduğu görülmüştür [
10]. Bizim olgumuzda olduğu gibi nadiren anastomoz hattında gelişen psödoanevrizma vakaları bu görüşü desteklemektedir.
Bromberg ve arkadaşları [
10] anevrizma gelişiminde iki
predispozan faktör ileri sürmüşlerdir. Bunlardan birincisi
kullanılan yamanın cinsidir. Dacron yama kullanılan 17
hastanın 6sında geç dönemde anevrizma gelişirken, PTFE
kullanılan 10 hastanın sadece 1 tanesinde anevrizma tespit
edilmiştir. Oysa PTFE yamanın kompliansı Dacron yamadan %20 daha azdır. Bu da komplians teorisine ters düşmektedir. Diğer bulgu ise, daha önce koarkte segmentin rezeke edildiği vakalarda uygulanan patch aortoplasti sonrası anevrizma görülmemesidir. Histolojik incelemelerde rezeke edilen
koarkte segmentte duktal doku gösterilmiştir. Bu bulgular
anormal duktal dokunun geç dönemde anevrizma gelişiminde etkili olduğunu düşündürmektedir [
11]. Histopatolojik çalışmalarda sentetik yamaların lokal doku reaksiyonları da araştırılmıştır ve Dacron yamanın aşırı yabancı cisim dev hücre infiltrasyonuna neden olduğu, aynı durumun PTFE greftte
meydana gelmediği görülmüştür [
10].
Bir başka teori de patchplasti uygulanan hastalarda posterior membran rezeksiyonunun anevrizma gelişimine neden olduğudur. Bu konuda en büyük serilerden birine sahip olan Hehrlein ve arkadaşları [
12] 317 hastanın 18inde anevrizma geliştiğini bildirmiş, iyi dökümante ettiği 14 hastanın 12sinde fibröz koarktasyon membranın rezeke edildiğini tespit etmiştir. Buna göre de ilk girişimdeki fibröz koarktasyon membranının rezeksiyonunun postoperatif anevrizma gelişiminde temel predispozan faktör olduğunu ve kesinlikle rezeke edilmemesi gerektiğini savunmaktadır.
Olgumuzda bulunan diğer komponent psödoanevrizma sonucu gelişen aorto-bronşiyal fistüldür ve bu komplikasyon
çoğunlukla desandan aort anevrizmalarıyla birliktedir [
13]. Anevrizmanın genişlemesi ile trakeo-bronşiyal kompresyon meydana gelmekte, çevre dokulara yapışarak kronik
inflamasyon, enfeksiyon ve yabancı cisim reaksiyonuna, ya da basınç nekrozuna neden olmaktadır. Aorto-bronşiyal fistülün klinik seyri tekrarlayan hemoptizi ile karakterizedir. Günlük 400 ml ve daha fazla kan ekspektorasyonu massif hemoptizi olarak bilinir ve terminal dönemde ortaya çıkar [
4]. Olgumuzda da hemoptizi ilk semptom olarak ortaya çıkmıştı. Operasyonda psödoanevrizma ile akciğer dokusu ileri derecede yapışıklık gösterdiği belirlenmiş ve anevrizma tamirinden sonra fistül primer olarak onarılabilmiştir. Geçirilmiş torakal aortik girişimi bulunan bir hastada hemoptizi ortaya çıktığında ilk önce
aorto-bronşiyal fistül düşünülmeli ve ileri tetkiklere
geçilmelidir. Bilgisayarlı tomografi ve/veya MR anjiyo hem anevrizmanın tespiti, hem de mediastinal veya paramediastinal kitlelerle ayırıcı tanı yapılması açısından elzemdir.
Tanı konan vakalarda derhal cerrahi tedavi planlanmalı ve uygulanmalıdır. Cerrahi tedavide teknik olarak primer kapama, patchplasti veya prostetik greft interpozisyonu uygulanabilir. Prensip olarak daha önce konmuş olan prostetik materyel muhtemel enfeksiyon riski nedeniyle çıkarılmalıdır. Enfekte vakalarda omentum veya kas flepleri kullanılabilir ve elde edilebiliyorsa elbette aortik homogreft tercih edilmelidir [
14]. Bizim olgumuzda enfeksiyon yoktu ve posterior aortik
membranın ilk ameliyatta rezeke edilmemiş olduğu görüldü. Fakat muhtemelen ilk operasyonda konan yamanın küçük olduğu ve proksimal uçta darlık oluşturduğu düşünüldü. Prostetik materyal ve psödoanevrizma kesesi rezeke edildikten sonra özellikle ilk operasyonda posterior membrana müdahale edilmediği için geriye yeterli, sağlam aort dokusu kalmıştı. Bundan dolayı tekrar patchplasti yapılabileceğine karar verildi ve bu kez daha az reaksiyona neden olduğunu bildiğimiz PTFE yama kullanıldı.
Sonuç olarak, aort koarktasyonu tamirinde kullanılan
patchplasti yönteminde geç dönemde görülen en sık
komplikasyon anevrizma gelişimidir. Anevrizma gerçek veya psödoanevrizma şeklinde olabilir. Oluş mekanizmaları ne
olursa olsun ciddi bir komplikasyondur ve beraberinde
aorto-bronşiyal fistül görülmesi tabloyu daha ciddi hale getirir. Daha önce torakal aort müdahalesi geçirmiş bir hastada hemoptizi ortaya çıkması durumunda anevrizma ve/veya
aorto-bronşiyal fistülden şüphelenilmeli ve ileri tetkik yapılarak uygun cerrahi girişim hemen uygulanmalıdır.