Methods: Forty consecutive symptomatic patients with objectively documented acute DVT of the lower extremities were included in the study. The patients were divided into LMWH and OA groups. Both groups used LMWH during the first seven days of treatment. Thereafter, one group continued to receive only LMWH while the other group continued that treatment with the addition of OA.
Results: There were no fatal bleeding complications in either group. Mortality was not observed in any of the 40 patients. Venous insufficiency developed in four (20%) patients in the LMWH group and in six (30%) patients in the OA group. During the six-month follow-up, recurrent thrombosis developed in two patients in the LMWH group and in four patients in the OA group. This was not found to be statistically significant.
Conclusion: In our study, the use of subcutaneous LMWH without laboratory monitoring has been shown to be effective and safe for the secondary prophylaxis of acute DVT.
Son yıllarda yapılan çalışmalarda, düşük molekül ağırlıklı heparin (DMAH) venöz tromboemboliden korunmada güvenilir ve etkin olduğu hatta akut DVT başlangıç tedavisinde standart heparine alternatif olabileceği gösterilmiştir.[5,6] Kliniğimizde ağırlığa göre ayarlanmış dozda subkutan DMAH uygulanmasının sekonder DVT profilaksisinde OA'lar ile karşılaştırılarak etkinlik ve güvenirliliğin belirlenmesini amaçladık.
Hastalar, hastaneye yatırıldı ve hemen DMAH (n=20) ve OA kullanılacak olanlar (n=20) diye iki gruba ayrıldı. Primer tedaviye iki gruba da DMAH verilerek başlandı ve toplam yedi gün süresince DMAH'ye devam edildi. Yedinci gün DMAH grubundaki hastalara, sadece DMAH verilerek tedaviye devam edildi. Oral antikoagülan grubundaki hastalara, 7. gün OA eklendi ve üç gün DMAH ve OA örtüşerek verildi. Daha sonra DMAH tedaviden çıkarıldı ve yalnız OA verilerek tedaviye devam edildi. Tedavide, DMAH olarak sabit dozda nadroparin kalsiyum içeren enjektörler kullanıldı. Nadroparinin kiloya göre optimal dozu (85 anti-Xa IU/kg) uygulandı. Klinik olarak hastaların üçüncü gün yürümelerine, basınçlı kompresyon çorapları veya elastik bandaj kullanmalarına izin verildi. Düşük molekül ağırlıklı heparin grubuna ayrılan hastalara, günde bir kez uygulanacak olan sabit subkutan nadroparin dozu evde kendileri veya yakınları ya da bir sağlık merkezinde hemşireler tarafından uygulandı. Oral antikoagülana randomize edilen hastalarda, warfarin 7. günden itibaren günde bir kez 5 mg başlangıç dozuyla başlandı. Daha sonraki dozlar, 2 ve 3 arasında normalize edilen uluslararası oran (INR) elde edecek şekilde ayarlandı. Bu grupta 7.-10. günler arası DMAH, OA ile örtüşecek şekilde birlikte verildi, 10. günde DMAH tedaviden kesildi ve tedaviye OA olarak devam edildi. Taburcu olduktan sonra bu hastalar INR'nin 2-3 arasında tutulması için rutin OA tedavisi takibi amacıyla kliniğimize başvurdu.
İki tedavi de üç ay sürdü ve DVT, iliyak ve femoral venleri etkilediyse veya hastada tromboz ya da idiyopatik DVT yönünden inatçı risk faktörleri varsa altı aya uzatıldı. Üçüncü aydan sonra aynı şekilde nadroparin kiloya göre ayarlanmış sabit dozda günde bir kez uygulanırken, warfarin dozajı 2-3 arası INR korunacak şekilde ayarlandı.
Tüm DVT'ler Doppler USG ölçümlerinin kombinasyonuyla doğrulandı. İncelenen venler sırasıyla ana ve eksternal iliyak venler, ana femoral ven (CFV), yüzeyel femoral ven (SFV), popliteal ven (PV) ve infrapopliteal venler şeklindeydi. Kısmi veya tam venöz basınç eksikliğine ait standart bulgular ve Doppler akış sinyallerinin eksikliği veya azalması incelendi. Tam tıkanma (%100); ağır tıkanıklık için (%61-99), orta derecede tıkanıklık için (%31-60), hafif tromboz için (%1-30) ve açık olma durumu için 0 (%0) olarak sınıflandırıldı. Tromboz; ana femoral ven (AFV), süperfisial femoral ven (SFV) ve popliteal ven (PV)'de Doppler USG incelemeleriyle kalitatif olarak skorlandı. İki gruba ait 1, 3, 6. ve 12. aydaki trombüs skorları başlangıçtaki skorlarla karşılaştırıldı ve rekanalizasyon (tam lizis veya >%90 düzelme), önemli gerileme (%30-90 düzelme), orta derecede gerileme (%30-60), hafif gerileme (<%30), değişmemiş şeklinde yansıtıldı. Proksimale veya distale doğru trombüs uzaması (önceden etkilenmemiş venöz segmentte tromboz) veya kötüleşme (önceden etkilenen venöz segmentte tromboz derecesinde artış) bulunduğunda, standart incelemeden 24-48 saat sonra Doppler USG tekrarlandı. Ek olarak, 6. ve 12. aylarda Doppler USG incelemesine, derin venlerde, yüzeyel venlerde ve komünikan venlerdeki venöz akım ve reflünün varlığının kontrolü de dahil edildi.
Tablo 1: Hastaların ilk başvuru sırasındaki özellikleri
Parametrelerin değerlendirilmesi
a. Tekrarlayan venöz tromboembolizm: Üç aylık
takip sırasında, DMAH grubundaki 20 hastadan birinde (%5) ve OA grubundaki 20 hastadan ikisinde (%10)
olmak üzere toplam üç hastada DVT nüks etti; ama
farklılıklar anlamlı değildi (Fisher kesin testi, p>0.05).
OA grubundaki bir hastanın dışında DVT nüksleri aynı
ekstremitedeydi. Üç ay-altı aylık izlem döneminde ise
üç venöz tromboemboli riski oluştu, bu hastalardan
biri DMAH, ikisi OA grubundaydı (Fisher kesin testi,
p>0.05). İlk üç aylık dönem ve 3-6 aylık izlem sırasında
oluşan retrombozlar farklı hastalardı.
Toplam altı aylık izlem sürecinde DMAH grubunda 20 hastanın ikisinde, OA grubunda 20 hastanın dördünde tekrarlayan tromboz gelişti (Fisher kesin testi p>0.05). Bu durum istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (Tablo 2).
Tablo 2: Tekrarlayan tromboemboli komplikasyonu
b. Kanama komplikasyonları: Fetal kanama komplikasyonu iki grupta da yoktu. Oral antikoagülan ve DMAH tedavisi alan hiçbir hastada majör kanama ortaya çıkmadı. Başlangıç döneminde DMAH grubunda üç hastada (1. ay), OA grubunda iki hastada (1. ay) minör kanama gözlendi (Fisher kesin testi, p=1.000). Uzun dönemli DMAH tedavisi sırasında bir minör kanama (4. ay) olurken, OA grubunda dört hastada (5. ay) minör kanama oldu. Anlamlı farklılık bulunmadı (Tablo 3).
Tablo 3: Kanama komplikasyonunun dağılımı (0-6 ay arası)
c. Lokal komplikasyonlar: Üç aylık nadroparin tedavisinden sonra, hemen hemen tüm hastalarda injeksiyon yerlerinde küçük hematomlar, subkutan nodüller veya her ikisi de mevcuttu.
d. Mortalite: Kombine tedavi ve gözlem periyodu sırasında 40 hastanın hiçbirinde mortalite görülmedi.
e. Pulmoner emboli: Başlangıç tedavisi ve sekonder profilakside pulmoner emboli atağına rastlanmadı.
f. Trombüs gelişimi: Gözlem periyodu sırasında, DMAH grubunda 60 ve OA grubunda 60 olmak üzere toplam 120 Doppler USG incelemesi yapıldı. Her ekstremitede üç venöz segment rutin olarak araştırıldı ve global skorlara ulaşıldı. Başlangıçtaki ortalama pıhtı boyutu, iki grupta benzerdi ve tüm DVT bölgelerinde takip sırasında azaldı (Şekil 1, 2).
Şekil 1: %90 rekanalize olmuş trombüsün Doppler görüntüsü.
Şekil 2: %100 rekanalize olmuş trombüsün Doppler görüntüsü.
İliofemoral, femoropopliteal ve popliteal DVT'de 3. ve 6. aylardaki Doppler USG incelemelerimizde trombüs boyutunda iki grupta da azalma olduğunu gözlemledik. Ortalama trombüs boyutu DMAH tedavisi sonrası iliofemoral ve popliteal DVT'de tamamen geriledi, fakat OA ile kıyaslandığında istatistiksel anlamlılık bulunmadı (Tablo 4, 5).
Tablo 4: Düşük molekül ağırlıklı heparin grubunun rekanalizasyon oranları
Tablo 5: Oral antikagülan grubunun rekanalizasyon oranları
Takip döneminin sonunda, Doppler USG incelemelerine göre trombüs rekanalizasyon oranının:
DMAH grubunda: İ liofemoral DVT'si o lan i ki h astanın tamamı %100 rekanalize oldu. Femoropopliteal DVT'si olan 15 hastanın 13'ü (%86.6) tam rekanalize oldu, 15 hastanın birinde (%6.6) rekanalizasyon yoktu. On beş hastanın birinde (%6.6) %30-90 arası rekanalizasyon vardı. Genel toplamda 20 hastanın 18'inde (%90) tam rekanalizasyon vardı, birinde (%5) rekanalizasyon yoktu, diğer biri (%5) ise %30-90 arası rekanalize olmuştu.
OA grubunda: İliofemoral DVT'si olan bir hasta tam rekanalize oldu. Femoropopliteal DVT'si olan 17 hastanın 15'i (%88.2) tam rekanalize oldu, diğer ikisinde (%11.7) ise rekanalizasyon yoktu (Fisher kesin testi: p>0.05; Tablo 5). İki grup arasında farklar istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı.
g. Venöz yetmezlik: On ikinci aydaki reflü özellikleri, yüzeyel, derin ve komünikan venlerde takibin altıncı ayındakilere benzerdi.
İki grupta da, iliofemoral trombozdan sonra, safena magna ven yetersizliği daha sık görüldü. Etkilenen ekstremitede DVT'den sonra perforan ven yetersizliği oranı, OA grubunda daha yüksekti. Genel toplamda DMAH grubunda dört hastada (%20), OA grubunda altı hastada (%30) venöz yetmezlik gelişti (p>0.05). Gruplar arası farklılık istatistiksel olarak anlamlı değildi (Tablo 6).
Tablo 6: Venöz yetmezliğin gruplara göre dağılımı
Buradaki randomize çalışmada, ortalama moleküler ağırlığı 4.5 dalton olan anfraksiyone heparinin nitröz asid depolimerizasyonuyla oluşturulan bir düşük molekül ağırlıklı heparini, yani nadroparin kalsiyumu uyguladık. Birçok çalışmada nadroparinin, proksimal DVT'nin başlangıç tedavisinde ayarlanmış iv. heparin kadar veya daha çok etkili olduğu gösterilmiştir.[12,13]
Önceki çalışmalarda, sekonder profilakside warfarinin, akut DVT'de nadroparinin komplikasyonları gösterilmiştir. Fakat bildirilerle tam bir karşılaştırma yapılabilmesi mümkün olmadı. Çünkü kullanılan ilaçlar, dozaj şemaları, başlangıç tedavisinin ve uzun dönemli tedavinin süresi, gözlem periyotlarının süresi ve değerlendirme yöntemleri farklıydı.
Antikoagülan tedavinin optimal süresinin hala tartışma konusu olmasına rağmen, tedaviyi üç ay uyguladık ve uzayan tromboz durumunda tedaviyi altı aya uzattık. Warfarin uygulandığında INR'yi 2 ve 3 arasında tuttuk. Uzun süreli nadroparin dozaj şemamız ilk 10 günde iki kez ve sonraki üç ay için günde bir kez olmak üzere ampiriktir.
Düşük molekül ağırlıklı heparin tedavisi alan grup ve OA alan gruptaki hastalarda 3. ayın sonunda Doppler USG sonucuna göre tromboz ortadan kalkmış ise tedavi sonlandırıldı. Tromboz devam ediyorsa DMAH ve OA tedavi süresinin altı aya tamamlanması planlandı.
Çalışmalarda araştırmacılar, ilk DVT epizodundan sonra üç ay süreyle enoksiparin[10] ve deltaparin[11] gibi bir başka DMAH preparatının günde bir kez subkutan injeksiyonunu bildirmişlerdir; fakat birçok gözlem, antikoagülan tedavi sürecinde erkenden uygun bir antikoagülan etkiye ulaşılamamasının, daha sonra nükslere yol açabileceğini ileri sürmektedir.[10] Biz günde iki kez injeksiyon kullandık, çünkü bu dönemde retrombozlar düşünüldüğünde muhtemelen günde bir kereden daha yüksek düzeyler tercih edilmelidir.
Bu tedavi döneminden sonra, birçok hastada sekonder profilaksiyi üç ay daha uzattık; nadroparini günde bir kez kullandık. Düşük molekül ağırlıklı heparinin bu dozajının etkinlik ve güvenirliği, daha önceki çalışmalarda gösterilmiştir.[10] Ancak, altı aylık tedaviyi takiben DMAH grubunda bir trombotik nüks görüldü. Bu durum, bu uzun süreli tedavinin veya bu dozajın bile tromboembolik hastalık risk faktörleri inatçı olan hastalarda, yeni trombotik olayları önlemede yetersiz olduğunu göstermektedir.
Buna karşın ikinin üzerindeki INR ile OA grubunda ilk üç aylık tedavi dönemi sırasında iki DVT nüksü görüldü. Bunun anlamı retrombozların klinik semptomlardan önce başlamış olması olabilirdi ve bu durumu tek başına OA'ların trombotik hastalığın akut döneminde yetersiz kalabileceği şeklinde yorumladık.
Akut DVT'den sonra kalıcı anomaliler oluşabilir. Kapakçık hasarı ve akıma karşı venöz obstrüksiyondan kaynaklanan venöz hipertansiyon ve anormal mikrosirkülasyonun kombinasyonunun neden olduğu post-trombotik sendrom ortaya çıkmaktadır. Kronik obstrüksiyonun hemodinamik şiddet derecesi karmaşıktır; etkilenen venöz segmentlerin düzeyi ve yaygınlığı, kollateral gelişiminin derecesi veya rekanalizasyon hızının belirgin olarak farklılığından kaynaklanabilir.[14,15]
Post-trombotik sendrom ve kronik venöz yetmezlik gelişimi rezidüel venöz obstrüksiyon ve kapakçıkta gelişen reflü ile ilişkili olabilir.[16] Takip sırasında derin ve yüzeyel venöz sistemde trombüsün kendisinin akibetini ve kapakçık yetersizliğinin gelişimini belgelemek için Doppler USG incelemesini kullandık, çünkü reflü ve venöz tıkanıklık kombinasyonu muhtemelen post-trombotik sendromun gelişimi ile ilişkilidir. İntravenöz heparin ve OA'lar ile tedavi edilen DVT'li hastaların ardışık Doppler USG incelemeleri ile yapılan önceki çalışmalarda, trombüsün temizlenmesinin dereceli bir süreç olduğu ve önceden tıkanmış venöz segmentteki rekanalizasyonun çeşitli periodlarla ortaya çıktığı doğrulanmıştır.[16]
Venöz Doppler ile tromboz değerlendirmelerine dayanan bu çalışmada kullanılan kantitatif/kalitatif skor, uzun dönemli nadroparin uygulamasından sonra proksimal venöz segmentlerde yüksek bir venöz rekanalizasyon oranı (%90) göstermektedir. Ancak bir hastada tam rekanalizasyon görülmedi. Oral antikoagülan tedavisinden sonra da trombüs boyutunda %100 gerileme görüldü (%90), ancak rekanalize olmayan iki hasta (%10) ile sayı daha fazla bulundu. Bu sonuçların nedenleri DMAH'nin bazı özellikleri ile ilişkilendirilebildi. Subkutan uygulamadan sonra >%95 biyoyararlanım, uzun yarı ömür, doza bağımlı olmayan aktivite ve proteinlere ve aktive olmuş trombositlerden ve endotel hücrelerinden salınan proteinlere düşük bağlanma oranı gibi. Bunlar daha stabil antikoagülasyon düzeyinin korunmasını mümkün kılmaktadır; OA ile sık laboratuvar kontrollerine rağmen bu durumun sağlanması bazen mümkün olmamaktadır.
Takip sırasında, daha önceden düzelmiş olan bazı etkilenmiş ven segmentlerinde yeniden tromboz görüldü. Bu lümendeki ilerleyici trombozun, artmış trombüs adezyonuna ve retraksiyonuna bağlı olduğunu düşünüyoruz. Ancak, trombüsün daha önceden etkilenmemiş segmentlerde de semptomatik veya asemptomatik yayılması tromboembolik hastalığın gerçekten ilerlediğini göstermektedir.
Doppler USG ile DVT'den sonra venöz yetersizliği değerlendirmek mümkündür.[16] Bu organize olan trombüsde kapakçık bağlantılarının hasarı ya da kapakçıkların inkorporasyonunun bir sonucudur.
Bizim çalışmamızda, iki grupta da iliofemoral DVT'den sonra derin, yüzeyel ve komünikan venlerdeki reflü daha fazlaydı. Ancak reflünün yerleşimi ve yaygınlığı trombozun eşlik ettiği venöz segmentle ilişkili değildi.[16]
Düşük molekül ağırlıklı heparin grubundaki hastaların komünikan venlerinde anlamlı şekilde daha az oranda reflü bulundu, bunun muhtemel nedeni de oldukça erken dönemdeki rekanalizasyonun kapak fonksiyonunu koruyabilmesidir.[17] Bundan başka, DMAH'nin düz kas hücre proliferasyonu ve göçü üzerinde inhibitör bir etkisi vardır.[18] Lokal inflamatuvar yanıttaki azalmanın fibrotik reaksiyondaki ve ayrıca rezidüel kapak lezyonlarında ve daha sonraki reflü oluşumundaki azalmaya katkıda bulunduğunu düşünüyoruz.
Üç aylık sekonder profilaksi sırasında majör kanama insidansı her iki grupta da düşüktü. Daha önce yayınlanan çalışmalarda olduğu gibi DMAH alan hastalarda OA alan hastalardan daha az minör kanama oluştu. Bu sonuçlar DMAH'nin güvenilir bir antitrombotik ilaç olduğunu göstermektedir.
Üç ay süreli sekonder DVT profilaksisi boyunca DMAH'ler OA'lardan daha fazla maliyete neden olduğu gözlendi. Bunun nedeni DMAH'lerin daha pahalı olması ile açıklanabilir. Bu toplam maliyet DMAH grubunda daha az hastane yatış süresi ile aşağılara çekilebilir. Düşük molekül ağırlıklı heparin kullanımının çeşitli pratik kullanım avantajları vardır. Laboratuvar monitörizasyonu ve takibi gerektirmemesi nedeniyle hasta hastaneden erken taburcu edilebilir, hatta teorik olarak tedavinin devamı evde yapılabilir.
Gruplar arasına i.v heparin eklenmemiştir. Çünkü biz çalışmamızda akut tedavi sonrası profilaktik tedavide düşük mekül ağırlıklı heparinin OA'lara alternatif olup olamayacağını değerlendirdik. İntravenöz heparini yatan hastalarda tercih ettiğimiz, fakat uzun dönem profilakside ayaktan tedavi gören hastalarda tercih etmediğimiz için karşılaştırmada düşünmedik.
Oral antikoagülan tedavisinin takibinin mümkün olmadığı durumlarda hastalar DMAH grubuna dahil edildi. Bunlar coğrafi olarak uzaklık ve mevsimsel ulaşım zorluğu nedeniyle İNR takibi için her 25 günde bir hastaneye gelebilme sorunu olan hastalardı.
Hastalar arasında OA kullanımını ve takibini tüm anlatımlara rağmen gerekli ciddiyette algılamayan, hasta hekim takibini ihmal eden bir grup vardı. Bu ihmali minimalize etmek amacıyla bu grubu da takibi mümkün olmayan grup olarak niteledik ve DMAH grubuna dahil ettik.
Hizmet ettiğimiz bölgenin en ücra kesiminde bile hizmet verebilecek bir sağlık ocağı veya sağlık evi ve bir sağlık çalışanı bulunmaktadır. Bu yerlerde laboratuvar olarak İNR takibi yapılamamakta fakat verilen DMAH tedavisini uygulayan personelin olması işimizi kolaylaştırmaktadır. Bu hastaların bir kısmı da subkutan DMAH injeksiyonunu evde kendileri yapmışlardır. Hastaların DMAH içeren enjektör kullanması hem sağlık çalışanlarının yeterliliği hem de hastaların bir kısmının sorumluluğu alması açısından avantaj olarak görülmektedir.
Bizim çalışmamızda da laboratuvar takibi yapmadan subkutan DMAH kullanımının venöz tromboz ile başvuran hastalarda etkili ve güvenli olduğu gösterilmiştir. Düşük molekül ağırlıklı heparin kullanılan hastalarda klinik düzelmenin OA kullanılan hastalarla benzer seyretmesi, tekrarlayan DVT sıklığının daha fazla olmaması, bu hastalarda hiçbir majör kanama episodunun görülmemesi, erken ve geç dönemde yapılan Doppler USG incelemelerde benzer rekanalizasyon oranları izlenmesi bu tedavi seçeneğinin daha düşük riskle en az OA kadar etkin olduğunu göstermektedir.
Sonuç olarak,
• Günde bir kez subkutan yoldan uygulanan DMAH'ler sekonder profilakside OA tedavisi kadar güvenilir ve en az o kadar etkili olduğu sonucuna varabiliriz.
• Oral tedaviye uyumun çok daha iyi olması nedeniyle DMAH'nin DVT'li hastaların çoğunda OA yerini alma olasılığı düşüktür. Bununla birlikte, subkutan uygulanan dozu ağırlığa göre ayarlanan DMAH seçilmiş hasta gruplarında OA'ların alternatifi olabilir.
• Düşük molekül ağırlıklı heparin uygulaması laboratuvar kontrolü yapılmasını gerektirmediğinden, OA tedavi takibinin olanaksız olduğu ya da pratik olmadığı coğrafi olarak uzak alanlarda yaşayan hastalarda tercih edilen tedavi olabilir.
• Düşük molekül ağırlıklı heparin ile yapılacak sekonder profilaksi için uygun hastalar, yeterli ve düzenli laboratuvar kontrolü sıkıntılı olduğu için OA tedavisi üç aydan uzun sürmeyecek olan geçici DVT risk faktörü bulunan hastalar olabilir. Kronik alkolizm ve gebelik gibi OA'lara göreceli kontrendikasyonu bulunan hastalarda uzun süreli DMAH tedavisi önerilebilir.
• Sosyal güvencesi olmayan hastalarda düşük maliyet düşünülerek OA'lar tercih edilebilir. Fakat daha az hastane yatış süresiyle DMAH grubunda da maliyetin aşağılara çekilebileceği unutulmamalıdır.
Çıkar çakışması beyanı
Yazarlar bu yazının hazırlanması ve yayınlanması
aşamasında herhangi bir çıkar çakışması olmadığını
beyan etmişlerdir.
Finansman
Yazarlar bu yazının araştırma ve yazarlık sürecinde
herhangi bir finansal destek almadıklarını beyan etmişlerdir.
1) Hull R, Delmore T, Carter C, Hirsh J, Genton E, Gent M, et
al. Adjusted subcutaneous heparin versus warfarin sodium in
the long-term treatment of venous thrombosis. N Engl J Med
1982;306:189-94.
2) Hall JG, Pauli RM, Wilson KM. Maternal and fetal
sequelae of anticoagulation during pregnancy. Am J Med
1980;68:122-40.
3) Kızıltepe U, Oktar L, Ergül G, Gelişen İ. Derin ven
trombozu tedavisinde düşük moleküler ağırlıklı heparinin
etkinliği. Turkisch Vasc Surgery 2003;12:15-20.
4) Sarıgül A, Tanyeli Ö. Derin ven trombozunda güncel tedavi
yaklaşımları. Turkish J Thorac Cardiovasc Surg 2007;15316-21.
5) Bratt G, Aberg W, Johansson M, Törnebohm E, Granqvist S,
Lockner D. Two daily subcutaneous injections of fragmin as
compared with intravenous standard heparin in the treatment
of deep venous thrombosis (DVT). Thromb Haemost
1990;64:506-10.
6) Levine M, Gent M, Hirsh J, Leclerc J, Anderson D,
Weitz J, et al. A comparison of low-molecular-weight
heparin administered primarily at home with unfractionated
heparin administered in the hospital for proximal deep-vein
thrombosis. N Engl J Med 1996;334:677-81.
7) Hirsh J. Heparin. N Engl J Med 1991;324:1565-74.
8) Volteas SK, Kalodiki E, Nicolaides AN. Low molecular
weight heparins in the initial treatment of deep vein
thrombosis. Int Angiol 1996;15:67-74.
9) Harenberg J, Schmitz-Huebner U, Breddin KH,
Hass S, Heinrich F, Heinrichs C, et al. Treatment of deep
vein thrombosis with low-molecular-weight heparins: a
consensus statement of the Gesellschaft für Thrombose-und Hämostaseforschung (GTH). Semin Thromb Hemost
1997;23:91-6.
10) Pini M, Aiello S, Manotti C, Pattacini C, Quintavalla R,
Poli T, et al. Low molecular weight heparin versus warfarin
in the prevention of recurrences after deep vein thrombosis.
Thromb Haemost 1994;72:191-7.
11) Kakkar VV. Deltaparin prevention of recurrent DVT: a Study
versus warfarin. Hemostasis 1994;24 Supple 1:45.
12) A randomised trial of subcutaneous low molecular weight
heparin (CY 216) compared with intravenous unfractionated
heparin in the treatment of deep vein thrombosis. A
collaborative European multicentre study. Thromb Haemost
1991;65:251-6.
13) Grau E, Real E, Pastor E, Viciano V, Aguiló J. Home
treatment of deep vein thrombosis: a two-years experience of
a single institution. Haematologica 1998;83:438-41.
14) Monreal M, Martorell A, Callejas JM, Valls R,
Llamazares JF, Lafoz E, et al. Venographic assessment of
deep vein thrombosis and risk of developing post-thrombotic
syndrome: a prospective study. J Intern Med 1993;233:233-8.
15) van Dongen CJ, Prandoni P, Frulla M, Marchiori A, Prins MH,
Hutten BA. Relation between quality of anticoagulant
treatment and the development of the postthrombotic
syndrome. J Thromb Haemost 2005;3:939-42.
16) Killewich LA, Bedford GR, Beach KW, Strandness DE Jr.
Spontaneous lysis of deep venous thrombi: rate and outcome.
J Vasc Surg 1989;9:89-97.