Şekil 1: Olgunun manyetik rezonans görüntüsü.
Torakal aort olgularında tipik semptomlar şu özellikleri içermektedir; sırt ağrısı, hipertansiyon, ateş, dispne ve parestezi.[3] Göğüs ve sırt ağrısı atakları, bu tümörlerin sık rastlanan komplikasyonları olan intratümöral kanama veya fissürasyon ile açıklanmaktadır. İntimal lezyonlar sıklıkla periferik arteriyel embolizme yol açarken,[1] mural lezyonlar ise kitle ile ilişkili bası semptomlarına, anevrizma veya diseksiyona yol açabilir.[4] Bizim olgumuzda da başvuru semptomları nefes darlığı, öksürük, sırt ve göğüs ağrısı idi.
Primer aort malignensilerinde ameliyat öncesi tanı genelde mümkün değildir. Çünkü hastalık erken dönemde belirgin klinik bulgu vermez ve tümör kitlesi, rutin görüntüleme teknikleri ile tespit edebilmek için çok küçüktür. Bu yüzden tanı genellikle ameliyat esnasında alınan doku örneklerinden veya otopsi çalışmaları ile konur.[5] Manyetik rezonans görüntüleme bulguları, klinik belirtilerle birlikte değerlendirildiğinde erken tanı için önemlidir ve bilgisayarlı tomografi ile karşılaştırıldığında, özellikle kemik veya mediastinal metastazların tespiti için daha uygun bir yöntemidir.[4] Ayrıca bilgisayarlı tomografideki nefrotoksisite gibi olumsuz etkiler de yoktur. Kesin tanı için immünohistokimyasal yöntemler uygulanmalıdır. Biz de ameliyat öncesi tanı için manyetik rezonans görüntülemeyi tercih ettik.
Aortik tümörlerin optimal tedavisi ve takibi güçtür. Tanı konulduğu anda geniş cerrahi rezeksiyon ve greft interpozisyonu ile rekonstrüksiyon önerilmektedir. Cerrahi aşamasında kardiyopulmoner baypas kullanmadan rezeksiyon yapılması pompaya ait komplikasyonlardan korunmada yarar sağlasa da, komplet rezeksiyon uygulanması ve yeterli cerrahi sınırın bırakılabilmesi için ameliyat kardiyopulmoner baypas altında da yapılabilir. Diğer yandan, kemik metastazı varsa rüptür veya diseksiyon gibi acil gereksinimler dışında ameliyatın endike olmadığını, kemik metastazı yoksa rezeksiyon ve greft interpozisyonunu içeren cerrahi rekonstrüksiyonla birlikte kemoterapi veya radyoterapi uygulanması gerektiğini savunan görüşler de vardır.[6] Hastamızda metastatik bulgu yoktu ve cerrahi tedavi sonrası onkoloji kliniği ile konsülte edilerek takibe alındı.
Primer aort malignensilerinin prognozu kötüdür ve tanı konulduktan sonra beklenen yaşam süresi ortalama 8-14 aydır; intimal lezyonlar daha agresif seyreder ve aylar içinde ölüme yol açar.[1] Çünkü intimal tip lezyonlarda hematojen yolla metastaz sık görülür ve çoğu olguda tanı konulduğu anda vertebralar, karaciğer, sürrenal bezler, pankreas, akciğer veya yumuşak dokulara metastaz gerçekleşmiştir.[4] Aortik malignensilerin cerrahi sonrası sağkalım için temiz cerrahi sınır önemlidir ve cerrahi esnasında atipik lezyon veya erode alanlar tespit edildiğinde rezeksiyonun mümkün olduğunca geniş uygulanması gerekir. Olgumuzda lezyonun her iki tarafından yaklaşık 1.5 cm temiz alan bırakılarak rezeksiyon uygulandı. Hastamız ameliyat sonrası 3. yılında ve sorunsuz takip edilmektedir.
Sonuç olarak, aort komşuluğundaki kitle lezyonlarında primer aortik malignensiler akla gelmelidir. Bu lezyonların prognozu oldukça kötüdür ve cerrahi rezeksiyonda temiz alan sınırı mümkün olduğunca geniş tutulması önemlidir.
Çıkar çakışması beyanı
Yazarlar bu yazının hazırlanması ve yayınlanması
aşamasında herhangi bir çıkar çakışması olmadığını
beyan etmişlerdir.
Finansman
Yazarlar bu yazının araştırma ve yazarlık sürecinde
herhangi bir finansal destek almadıklarını beyan etmişlerdir.
1) Akiyama K, Nakata K, Negishi N, Henmi A. Intimal
sarcoma of the thoracic aorta; clinical-course and autopsy
finding. Ann Thorac Cardiovasc Surg 2005;11:135-8.
2) Schipper J, van Oostayen JA, den Hollander JC, van Seyen
AJ. Aortic tumours: report of a case and review of the
literature. Br J Radiol 1989;62:35-40.
3) Iorgulescu DG, White AL. Leiomyosarcoma of the thoracic
aorta. Aust N Z J Surg 1999;69:537-40.
4) Navarra G, Occhionorelli S, Mascoli F, Santini M, Benea G,
Marzola A. Primary leiomyosarcoma of the aorta: report of a
case and review of the literature. J Cardiovasc Surg (Torino)
1994;35:333-6.