Discussion
Vinebergin 1946 yılında İMAyı miyokardiyuma implantasyonundan sonra 1958 yılında Longmire aorto-sağ koroner arter bypassta İMA kullanmış ve 1962de Sabiston aorto-sağ koroner, 1964de DeBakey aorto-LAD safen ven bypass işlemini pompasız olarak gerçekleştirmişlerdir [
6,
14]. Kolesov [
15] 1964ten itibaren İMA-LAD operasyonlarını çalışan kalp ortamında rutin olarak uygulamaya başlamıştır. 1968 yılında kardiyoplejinin kullanıma girmesiyle birlikte KABG ameliyatları KPB eşliğinde yaygın şekilde uygulanmaya başlanmıştır [
6]. Kardiyopulmoner bypassın kansız ve hareketsiz ortam sağlayarak güvenli bir cerrahiye izin verdiği bir gerçektir. Ancak KPB koagülasyon, fibrinolitik ve kallikrein sistemlerini aktive etmekte, kompleman, trombosit ve nötrofil aktivasyonu ile de proinflamatuar sitokinlerin sentezinde artışa yol açmaktadır [
3,
4,
7]. Gelişen sistemik inflamatuar yanıt da postoperatif organ disfonksiyonuna yol açarak mortalite ve morbiditeyi artırmaktadır. Kardiyopulmoner bypassın bu istenmeyen etkileri yanında günümüzde 70 yaş üzeri hasta popülasyonunun %25lere ulaşmış olması ve ileri yaşın kronik obstrüktif akciğer hastalığı ve serebrovasküler hastalıklarla sık birlikteliği KPBsiz ameliyat arayışlarını artırmıştır [
16]. Benetti ve Buffolo çalışan kalpte koroner anastamozun sağlanabileceğini tekrar popüler hale getiren çalışmaları başlatmışlardır. Ayrıca bypass ekipmanı, yoğun bakım ve hastanede kalma süresi gibi maliyet artırıcı faktörleri ortadan kaldırma veya minumuma indirme çabaları da pompasız KABG ameliyatlarını popüler hale getirmiştir [
11].
Kardiyopulmoner bypass sırasında açığa çıkan TNF-a, interlökin 2 (IL-2) ve interlökin 6 (IL-6) gibi sitokinlerin negatif inotropik özelliğe sahip olduğu bilinmektedir [
4]. Bu etki, kardiyak miyositlerin adrenerjik yanıt yeteneğinin inhibisyonuyla ilgilidir [
17]. Geliştirilen miyokardiyal koruma yöntemlerine rağmen koroner revaskülarizasyon işlemi uygulanan hastalarda IL-6 ve IL-8 seviyelerinde artışla beraber sol ventrikül duvar hareketlerinde anormallik gözlenmiştir [
8].
Subendokardiyumun yetersiz perfüzyonu ve lokalize septal iskemi gelişimine bağlı septal fonksiyon anormallikleri de kardiyoplejik arreste uğramış kalplerde sık izlenmektedir. Kardiyopulmoner bypass eşliğinde kardiyak cerrahiye giden hastalarda cerrahiyi takiben anormal duvar hareketi insidansı %78 gibi yüksek bulunmuştur [
1,
18]. Ayrıca sintigrafik çalışmalar, anormal septal hareket gelişiminin global sol ventrikül fonksiyonunda geçici bir azalma ile birlikte olduğunu göstermiş ve bunun da miyokard koruma teknikleriyle ilişkili olduğu vurgulanmıştır [
18]. Kros klemp ile gelişen global kardiyak iskemi sonrası reperfüzyonun başlaması da kardiyak fonksiyonlarda saatler süren reversibl bozulmaya yol açmaktadır [
19]. Bizim çalışmamızda da KPB ile KABG uygulanan hastalarda koroner perfüzyonun sağlanmış olmasına rağmen, Kİ ve SVAİİ değerlerinin ancak yoğun bakımda 12. saatten sonra anlamlı olarak artmaya başladığı gözlendi.
Pompasız KABG ameliyatlarının ilk uygulandığı dönemlerde atım volümünde geçici olarak %44 azalma tespit edilmiş ve en sık olarak da kalbin arka yüzündeki damarların greftlenmesi işlemi sırasında sağ ventrikülün etkilenmesine bağlı bu durumun geliştiği gösterilmiştir [
10]. Ancak çeşitli mekanik stabilizatörlerin geliştirilmesi ile bu sorun giderek azalmıştır. Domuzlarda stabilizatör kullanılarak yapılan bir çalışmada atım volümündeki azalmanın sadece %14 olduğu bulunmuştur [
20]. Akins ve arkadaşları [
18] pompasız olarak opere edilen koroner arter hastalarında sol ventrikül fonksiyonunun, uzamış korunmamış bölgesel iskemiye rağmen daha iyi olduğunu ve KPB eşliğinde opere edilen hastalarda ortaya çıkan postoperatif anormal septal duvar hareketlerinin gözlenmediğini belirtmişlerdir. Bizim çalışmamızda da pompasız grupta elde edilen hemodinamik parametrelerin aynı dönemdeki pompalı gruba göre anlamlı olarak artmış olması bu görüşü desteklemektedir. Çalışmamızda pompasız grupta yer alan hastaların Kİ ve SVAİİ değerlerinin reperfüzyon sonrasından itibaren anlamlı olarak artmış olması ve inotropik destek ihtiyacının pompalı gruba göre anlamlı derecede az bulunmasıda bu tezi desteklemektedir.
Cerrahi ve farmakolojik ilerlemelere rağmen miyokardiyal reperfüzyon hasarı kardiyak operasyonların kaçınılmaz bir sonucu olmaya devam etmektedir. Kardiyak iskemi süresi, kardiyopleji solüsyonunun koruyucu özelliği, veriliş tekniği ve lezyonların özelliği nedeniyle yetersiz dağılım, operatif teknik hatalar veya reperfüzyon hasarı miyokardiyal hasara yol açabilmektedir. Yüksek enerjili fosfatların azalması, oksijen serbest radikallerinin aşırı artması ve bunların hücre ile mitokondriyal membranları hasarlandırması sonucu hücre içi kalsiyumun aşırı birikim ve asidoz reperfüzyon sendromunun altta yatan mekanizmalarıdır [
8]. Kallner ve arkadaşları [
21] KPB ile KABG uygulanan hastalarda serum CPK-MB, TnT ve miyoglobin düzeylerini çalıştıklarında her 3 parametrenin de belirgin olarak yükseldiğini belirlemişlerdir. Ancak, troponin perioperatif miyokardiyal iskemik hasar için daha spesifik ve sensitifdir [
22]. Yağdı ve arkadaşlarınca [
23] yapılan ve KPB uygulanan kalp ameliyatları ile nonkardiyak periferik damar hastalarının karşılaştırıldığı bir çalışmada CPK-MB her 2 grupta anlamlı olarak artarken, TnT sadece KPB grubunda anlamlı olarak artmıştır. Bu grubun çalışması da TnTnin miyokard hasarı için daha spesifik bir test olduğunu ortaya koymuştur. Kardiyopulmoner bypass eşliğinde KABG uygulanan ve peroperatif miyokard infarktüsü gelişmemiş hastalarda sitozolik havuzdan salınıma bağlı olarak TnT düzeyi postoperatif ilk saatlerde yükselmekte, ancak 24 saat içinde normale dönmektedir. Gerçek akut Mİ olgularında ise nekroz olmuş hücrelerden sürekli salınım sonucu 12-24. saatten önce tepe değere ulaşamamakta ve 5 gün gibi uzun süre yüksek kalmaktadır [
. İntraoperatif sol ventrikül biyopsilerin incelenmesinde off-pump hastaların mitokondrilerinin daha iyi korunduğunu gösterilmiştir [6].
Miyokardiyal stunning patofizyolojisinde önemli bir role sahip olan reperfüzyon hasarı, oklüzyon zamanı 15-20 dakikaya ulaşsa bile off-pump hastalarda görülmemektedir [24]. Pompalı ve mekanik stabilizatör eşliğinde pompasız ameliyatı yapılan hastaların kardiyak enzim düzeylerinin karşılaştırıldığı bir çalışmada postoperatif 8. saatte her 2 grupta anlamlı bir artış gözlenmesine rağmen, pompa grubundaki artışın pompasız gruba göre CPK-MB için 2, TnT için 3 kat fazla olduğu bulunmuştur [10]. Çalışmamızda da KPB ile opere edilen olgularda TnT düzeyleri 24. saate kadar anlamlı derecede yüksek seyrederken (1.41 ± 0.13 ng/dl), stabilizatör kullanılan grupta ise postoperatif hemen ölçülen değerin yüksekliğine rağmen 24. saatte normal seviyesine gerilediği (0.19 ± 0.08 ng/dl) görüldü.
Sonuç olarak mekanik stabilizatör kullanarak KPBa girmeksizin KABG operasyonlarında klinik, hemodinamik ve biyokimyasal olarak miyokardın daha iyi korunduğunu düşünmekteyiz. Ayrıca çalışmamız sırasında peroperatif miyokard infarktüsü görülmemesi, daha az drenaj ve daha kısa intübasyon zamanlarının elde edilmesi stabilizasyon yönteminin diğer avantajları olarak gözlendi. Teknik olarak uygulama kolaylığı ve rahat anastomoza izin vermesi nedeniyle bu girişimlerin daha da yaygınlık kazanacağı, KPBnin riskli olduğu olgular için ideal bir alternatif olabileceğini düşünmekteyiz.