It is widely expected that most of these problems will be overcome in the near future and more efficient and extensive utilization of stents will b
Richard Schatz ilk Palmaz-Schatz stentleri intrakoroner olarak kullandığında, subakut oklüzyonu önlemek için antiplatelet tedavinin yeterli olacağını iddia etti (Viyanada yapılan Avrupa Kardiyoloji Kongresi 1988). Ancak uygulamada yüksek oranda (%18) subakut oklüzyon görülmesi üzerine ciddi bir antikoagülan tedavinin gerekliliği kabul edildi [2]. Arka arkaya gelen bu ilk iki kötü deneyim, koroner stentlerin ileri derecede trombojenik yabancı cisimler olduğu yargısının yerleşmesine neden oldu ve araştırmacılar stent kullanımında vazgeçmeye başladılar. Antonio Colombonun 1994 yılında subakut oklüzyonun önlenmesindeki en önemli faktörün hemostazın kontrolü olmadığını; en önemli yöntemin stent implantasyonunun optimizasyonu olduğunu ortaya koyması, stentin yeniden doğuşuna yol açtı (Rotterdam Stent Course 1994).
1986-1994 yılları arasında yapılan çalışmalarda restenoz ile damar çapı arasında da yakın ilişki olduğu saptandı. Özellikle 3 mm ve daha küçük çaplı arterlere stent uygulandığı zaman restenoz oranlarının oldukça yüksek olduğu görüldü.
Bugün, stent tarihinde karşılaşılan ve kısaca özetlenen bu ve benzeri problemler büyük ölçüde aşılmış olmakla birlikte, bazı sorunlar hala devam etmektedir. Bu perspektiften bakıldığında stent kontraendikasyonları temel olarak üç ana nedenden kaynaklanmaktadır. Bunlar subakut oklüzyon, restenoz ve uygulama tekniği ile ilgili nedenlerdir. Bu bilgiler ışığında stent kontrendikasyonları şu şekilde özelnebilir:
1. Küçük damar çapı
2. Trombüs içeren lezyonlar
3. Diffüz koroner arter hastalığı
4. İnkoplet balon ekspansiyonu
5. Aşırı tortuozite
6. Operatör deneyiminin yetersizliği
7. Büyük yan dal varlığı
8. Yaşlı safen ven greftleri (bazı durumlarda)
9. Ana koroner lezyonları
10. Stent-like sonuç
1. Küçük Damar Çapı
1989-1993 yılları arasında Clinique Posteur [3] de yapılan, 641 ardışık hastayı kapsayan tek merkezli bir çalışma o dönemi yansıtması bakımından oldukça dikkat çekicidir. Bu çalışmada eski versiyon, artikülasyonlu Palmaz Schatz stent kullanıldı. Çalışma sonuçları değerlendirildiğinde damar çapı küçüldükçe restenoz ve trombotik oklüzyon oranlarının yükseldiği görülmektedir. Bu çalışmada trombotik oklüzyon prediktörleri olarak; univarate analizde; bailout işlemler (p<0.0001), multiple stent implantasyonu (p<0.0001), damar çapı (< 3.25 mm, p= 0.012) ve sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu ile olduğu görülmektedir. Aynı çalışmada restenoz predik-törleri olarak univariate analizde; multiple stent implantasyonu, damar çapının 3.25 mm küçük olması, kronik total oklüzyonlar ve bailout işlemler belirlenmiştir. Multivariate analiz yapıldığında restenoz ile en kuvvetli ilişki, multiple stent implantasyonu ve damar çapının < 3.25 olması arasındadır. Örneğin, multiple stent uygulaması küçük damarda ve bail out amaçlı kullanıyorsa restenoz oranları %75lere kadar çıkabilmektedir.
Aynı zaman diliminde yapılan diğer çalışmalarda da hemen hemen aynı yönde bulgular elde edilmiştir. Roubin ve arkadaşlarının [4] yaptığı çalışmada trombotik oklüzyonunun, 2.5 mm ve daha küçük çaplı arterlere stent uygulanması halinde çok daha yüksek olduğu bildirilmiştir. Fishman ve arkadaşları [5] 3 mm üzerindeki ve altındaki damarlara ait trombotik oklüzyon oranlarının ciddi şekilde farklılık gösterdiğini saptamıştır (p < 0.01). Carozza ve arkadaşlarının [6] 220 hastayı kapsayan tek merkezli bir çalışmasında damar çapının < 3.31 mm olması halinde restenoz oranının anlamlı şekilde yükseldiği bildirilmektedir.
1994 ve sonrasına ait yayınlarda; yani stentlerin büyük ölçüde Antonio Colombonun ilk olarak tarif ettiği şekilde yüksek basınçla uygulandığı dönemde, gerek trombotik oklüzyon gerekse restenoz oranlarında azalma eğilimi gözlenmektedir. Ancak verilen rakamlardaki aralık yine de oldukça geniştir. Bu çalışmalarda trombotik oklüzyon için oran % 0-16.7, restenoz için % 22-66 olarak bildirilmektedir [7-12]. Bu çalışmalar incelendiğinde, damar çapının yanında diğer faktörlerin de etkili olduğu (kullanılan stent tipi, lezyon uzunluğu, bail out işlemler, kronik total oklüzyon, lezyonun trombüs içerip içermemesi gibi) görülmekte ve rakamlardaki geniş aralık bu şekilde izah edilmektedir.
Bugün için üreticiler 2.5 mm çapında stentleri medikal pazara vermeye başlamışlardır (örn. Microstent II). Ancak son on yılın bu konuda yapılan çalışmaları dikkatle incelenecek olursa, tüm diğer değişkenlerden bağımsız olarak damar çapının 3 mmnin altında olmasının restenoz ve trombotik oklüzyon oranlarını yükselttiği kesindir.
Öneri: 2.5-2.9 mm çapındaki damarlara stent koyarken diğer faktörleri (lezyon uzunluğu, bail out işlem, kronik total oklüzyon, trombüs mevcudiyeti gibi) gözönünde bulundurmak ve ihtiyatla yaklaşmak, 2.5 mm ve daha altındaki lezonlarda stent implantasyonunun kontrendike olduğunu kabul etmek.
2. Trombüs içeren lezyonlar
Trombüs içeren lezyonlar başlıca iki ana grupta toplanabilir. Bunlar; bail out işlem gerektiren, genellikle balon anjioplasti ve diğer perkütan revaskülarizasyon işlemlerinden sonra gelişen disseksiyonlu lezyonlar ve akut iskemik sendromlardan (unstabil angina pektoris ve akut myokart infarktüsü) sorumlu koroner arter lezyonlarıdır. Koroner arterlerde meydana gelen disseksiyonlarda; özellikle de C, D, E, F tiplerinde [13] platelet agregasyonu ve trombüs formasyonu gösterilmiştir [14]. Bilindiği gibi A tip diseksiyonlar hariç diğer tip disseksiyonlarda (B-F) skopik olarak görülemese bile trombüs varlığı kabul edilir. Yine akut iskemik sendromlarda anjiografik olarak görülebilir olamasa bile % 50-80 trombüs mevcudiyeti saptanmıştır.
1989-1993 yılları arasında Clinique pasteure [3] ait verilere bakıldığında trombotik oklüzyon (akut ve subakut) oranının % 25 olduğu görülür (uniariate analiz p < 0.0001, multivariate analiz p= 0.0195).
1994ten günümüze kadar olan dönemde bu oranda düşme kaydedilmiştir. 1000den fazla hastanın randomize edildiği STRESS [7] ve BENESTENT [8] çalışmalarında bu oran % 3.5 dolayındadır. Ancak STRESS çalışmasında trombotik oklüzyon görülen yedi olgunun 3ünün bail out amaçlı konan stentlerde olması dikkat çekicidir. Gianturco-Roubin stent kullanılan ve 1318 hastanın incelendiği diğer bir seride ise yüksek riskli olarak değerlendirilen grupta (tormbüs içeren ve damar çapı küçük olan grup) trombotik oklüzyon % 16.7ye kadar çıkmaktadır.
Akut miyokard enfaktüsünde stent uygulaması oldukça yenidir ve çalışmalardaki hasta sayıları oldukça kısıtlıdır. Reoklüzyon ve subakut oklüzyon oranları % 0.7 ile % 12 arasında değişmektedir [15-18].
Öneri: a. Anjiografik olarak trombüs içeren lezyonlarda, hastanın klinik durumu için veriyorsa ve/veya TIMI 3 akım saptanıyorsa hastayı 3-5 günlük IV heparin tedavisi sonrasında tekrar anjiografik olarak değerlendirmek ve gerekiyorsa stent uygulamak.
b. Akut iskemik sendromlarda TIMI 3 akım varsa ilk aşamada müdahale etmemek, 3-5 günlük IV heparin tedavisini takiben gerekiyorsa PTCA ve/veya stent ile devam etmek. Primer PTCA sonrası TIMI 3 akım sağlanabildiyse çok gerekmiyorsa (örn. % 85-90 residue lezyon) stent ile devam etmek, daha sonraki bir seansta (heparin tedavisi takiben) elektif koşullarda gerekli ise stent uygulamak.
3. Diffüz koroner arter hastalığı
Diffüz koroner arter hastalığında multiple ve/veya uzun stent kullanılması halinde trombotik oklüzyon ve restenoz oranlarının yüksek olduğu bilinmektedir [3,11,19-22]. Bu çalışmalarda trombotik oklüzyon oranları % 7.6-25 ve restenoz oranları % 27-63 arasında bildirilmektedir.
Öneri: Diffüz koroner arter lezyonlarında stent konulması planlanan yerin distalinde de lezyon varsa stent koymamak; uzun lezyonlarda suboptimal balon sonucuna razı olmak.
4. İnkomplet balon ekspansiyonu
Koroner arter lezyonlarında kalsifikasyon nadir değildir [23]. Kalsifikasyonun çoğu kez skopide görülemeyeceği unutulmamalıdır. Sert kalsifik koroner arter lezyonları, imkomplet balon ekspansiyonuna neden olabilir (predilatasyonda). Bu durum stentin yanlış yere yerleştirilmesi, stent kaybı, stent recoil miktarının artması, multiple stent uygulama gereksiniminin doğması ve restenoz oranının yüksek olması gibi sounçlar doğurabilir. Bahsi geçen olumsuz sonuçlarla karşılaşmamak için kalsifik ve sert lezyonlarda stent öncesi atheroablation yöntemleri ile debulking önerilmektedir [24].
Öneri: Predilatasyonda, referans çap ile aynı çapta balon seçmek; eğer inkomplet balon ekspansiyonu söz konusu ile atheroabletion yöntemlerinden birini kullanmak, atheroablotion yöntemleri yoksa stent koymaktan vazgeçmek.
5. Aşırı tortiosite
Aşırı tortiosite teknik olarak stent uygulamasını zorlaştıran hatta imkansız hale getirebilen bir özelliktir.
Öneri: Extra-back up guiding, extra-support guide-wire kullanmak; PS ve Kwall stentten kaçınmak; AVE, Cordis, NIR, Wiktor, Multilink tecih etmek çözüm olabilir.
6. Operatör deneyiminin yetersizliği
Operatör tercihi ve tekniği stent implantasyonundan sonra meydana gelebilecek iskemik olaylardan sorumludur. Bu konuda yapılan bir çalışmada stent çapının referans çaptan küçük tutulması ve inkomplet stent expansiyonu (p < 0.001) en önemli prediktörler olarak belirlemiştir[25,26].
Öneri: Stent uygulayan ekibin yeterli bilgi ve deneyime sahip olmasının sağlanması. Ekibin en az iki atheroablation yöntemini başarı olarak kullanabiliyor olması.
7. Büyük yan dal varlığı
Büyük yan dal varlığı stent implantasyonu için rölatif bir kontrendikasyon oluşturur. Yapılan çalışmalarda bu oran %6-17 arasında bildirilmektedir [27,28].
Öneri: Büyük yan dal ayrılan bölgeye stent koyma zorunluluğu varsa stent strutları arasından müdahale imkanı verdiği için metal yüzey alanı daha düşük stentler (Örn. Gianturco-Roubin) veya strut aralıkları daha geniş stentler (örn. AVE) ya da coli setentler (örn. Cordis, Wiktor) tercih edilmelidir.
8. Safen ven greftleri
Safen ven greftlerine invaziv yöntemlerle yaklaşım; aorto-ostial, gövde ve distal anastamoz bölgeleri için farklılık göstermektedir. Bugün, stent için üzerinde büyük ölçüde anlaşma sağlanan distal anastamoz bölgesidir. Bu bölge native damar ile safen ven greft arasında genelde mevcut olan büyük çap farkı stent uygulamasını gerek teknik olarak gerekse sonuçları bakımından olumsuz etkilemektedir. Aorto-ostial ve gövde lezyonları için tartışma devam etmektedir. Her iki bölge için de önce athero-ablation yöntemlerinden biri ile debulking yapılması, daha sonra stent uygulaması önerilmektedir. Stent uygulaması aorto-ostial bölge için aynı seansta, gövde lezyonları içinse 10-15 günlük heparin tedavisi sonrası, ikinci bir sansta önerilmektedir (7 Komplex koroner anjiyoplasti kursu, workshop 1996 Toulouse). Gövde lezyonlarının iki aşamalı yapımasındaki mantık, distal embolizasyon sıklığının azaltılması olarak ifade edilmektedir. Yine bu amaçla gövde lezyonlarında deublking için TEC önerilmektedir. Ancak debulking yöntemlerinden olan DCA ile yapılan bir çalışmada yaşlı safen ven greftlerde distal embolizasyon sıklığının % 48 olduğu bildrilmektedir [29]. TEC içinse bu konuda henüz elde yeterli bir bilgi yoktur.
Öneri: Distal anastamoz bölgesinde stent kulanmamak, balon anjioplasti ile yetinmek. Gövde lezyonlarında elde henüz yeterli bilgi yok, bu nedenle çalışma sonuçları beklenmelidir. Gövde lezyonları için önerilen iki aşamalı yöntem şu aşamada çok mantıklı görünmemektedir. Safen ven gövde lezyonlarda Wall stent ve NIR stent diğerlerine göre daha avantajlı gibi görünmektedir.
9. Ana koroner arter lezyonları
Korunmuş ana koroner arter lezyonları özellikle göstermemektedir. Sorun korunmamış ana koroner arter lezyonlarındadır. Kesin kontrendikasyonları a) Sağ koroner arterde ciddi lezyon olması hali ve/veya sağ koroner arterin non-dominant olması, b) Ana koroner arter bifarkasyon lezyonlarıdır.
Öneri: Sol ana koroner arter lezyonlarında çok yakın cerrahi destek sağlamak. Bazen işlemi genel anestezi ile yapmak.
10. Stent-like Sonuç
PTCA ile residüel stenoz % 10 ve daha altına indirilebiliyorsa (ekonomik endişelerle) stent implantasyonu için rölatif kontrendikasyon oluşturur.
Bu konuyla ilgili ilk veriler gelmeye başlamıştır. STRESS çalışmasının subgrup analizlerinde 3 mm ve daha üzerindeki çaplı damarlarda restenoz oranları stent için % 26, PTCA için % 29 olarak bildirilmektedir.
Öneri: Ortalama stent maliyetlerinin 2700 USD olduğu düşünülürse, ülkemiz koşullarında, PTCA ile tatminkar sounç alındığı her durumda stent implantasyonundan kaçmak (tip A disseksiyon dahil).