Decortication was done for those cases in which lung expansion was not obtained within 10 to 12 days following intercostal chest tube drainage, antibiotherapy based on sensitivity tests of pleural fluid and pleural irrigation.
Preoperatively, CT scan and sinogram for the determining the size of pleural pouche were carried out and pulmonary perfusion sintigrams with Tc99 labelled maroaggregated albumin (MAA) to prove perfusion of the involved lung in 23 patients with mean 65 % perfusion loss were taken.
Postoperatively, perfusion defect of ten patients was found to be decreased below mean 4% in approximately third month. Average postoperative hospitalization stay lasted ten days.
Çocukluk çağı ampiyemleri bakteriyel pnömoninin bir komplikasyonu olarak ortaya çıkan üç farklı veri gösterir.
1) Eksüdatif faz: Enflamasyonun başlangıcıdır. Plevra yaprakçıkları kalınlaşmamıştır, plevradaki sıvının viskositesi azdır ve az sayıda hücre içerir.
2) Fibropürülan veya koleksiyon fazı: Beyaz küre ve fibrin artışı sonucu plevral sıvının vizkositesi artmıştır. Plevrada fibrin kalınlaşması ve yalancı membranlar oluşmuştur.
3) Organize faz: Fibroblastlar plevral yaprakçıkları invaze ederek farklı kalınlıkla sklerotik bir kabuk oluşumuna neden olurlar. Bunun sonucu olarak hemitoraksı retraksiyona uğrar, tek veya multipl poşlar oluşur. Bronkopulmoner fistül ve pyopnömotoraks ortaya çıkabilir. Fibrosklerotik durum hastalığın 3. haftasından evvel oluşmaz.
Kronik olarak seyreden ampiyem tedavisindeki başarı infekte materyalin eliminasyonu, nekrotik doku ve fibrin depozitlerinin çıkarılması ile akciğer ekspansiyonunun sağlanmasıdır[1,2].
Bu klinik çalışmada, çocukluk çağı postpnömonik ampiyemin tedavisinde erken dekortikasyonun rolünü ve bunun akciğer perfüzyonu üzerine olan etkisini araştırdık.
Erken dekortikasyon uygulanan 66 hastadan 27si kız (%41) ve 39u erkek (%59) olup, yaşları 6 ay ile 14 yıl arasında değişmektedir (Yaş ortalama 5.5 yıldır). ( Tablo 1). Ampiyem 32 hastada (%48) sağ hemitoraksta 34 hastada (%52) sol hemitoraksta lokalize idi. Diyagnostik metod olarak göğüs röntgenogramı, kompüterize toraks tomografisi ve sinogram kullanıldı.
Plevral sıvının bakteriyolojik analizi, kültürantibiyogram yapılarak etken olarak 18 hastada (%27) stafilakok, 15inde (%24) psödomonas, 10unda (%15) pnömokok belirlendi. 14 hastada (%22) ise bakteriyel identifikasyon saptanamadı (Tablo 2).
Ampiyem tanısı konduktan sonra interkostal tüp drenajı uygulayarak mevcut sıvıyı boşaltıp kültürantibiyogram sonucuna göre üreme olan olgularda hassas ikili antibiyoterapi yaptık. Bakteriyel identifikasyon saptanamayanlarda ise antibiyotiklerden birinin özellikle gram negatif bakterilere etkili olmasına özen gösterdik. Tedavi boyunca %5 Povidone-İodine içeren 0.09 NaCl solüsyonu ile plevral irrigasyon yaptık (Özellikle tüp drenaja rağmen pulmoner ekspansiyon sağlanamıyor ise).
Bu tür tedavi ile 10-12 günde akciğer ekspansiyonu sağlanamayan 66 hastaya dekortikas- yon yapıldı. Preoperatif olarak bu hastalardan 23ünde (%36) pulmoner perfüzyon durumunu değerlendirmek için akciğer sintigramları yapıldı. Bu işlem için digital gamma camera (Toshiba GCA 600) kullanıldı. Hastalara 1-4 mCi Tc99 ile işaretli 20-50 micm çaplı MAA (Macroaggregated albumin) verildi, radyofarmosö-tik kollimatör altında sırtüstü yatar pozisyonda 0.5-1 cc olarak intravenöz uygulandı. 30-60 saniye içinde akciğervizüalize olduktan sonra anteriör- posterior, sağ ve sol lateral pozisyonlarda 300.000den sayımlı imajlar alındı, perfüzyon görülen ve görülmeyen akciğer bölgeleri kalitatif ve kantitatif olarak değerlendirildi. Pulmoner perfüzyon kaybının en az % 25, en fazla %95 olup, ortalamasının %65 olduğunu saptadık (Tablo 3).
Preoperatif pulmoner perfüzyon sintigrafisi yapılan 23 hastadan 10una ortalama 3 ay sonra postoperatif perfüzyon sintigrafisi uygulandı. Pulmoner perfüzyon defektinin %8 ile sıfıra kadar düştüğünü , ortalama %4 olduğunu saptadık.
Bu hastalığın tedavisinde ama, Mayo ve arkadaşlarının belirttiği gibi ampiyemi elimine etmek, akciğerlerin reekspansiyonunu sağlamak, göğüs duvarı ve diafragmanın mobilitesini restore etmek, solunum fonksiyonları normale döndürmek, hospitalizasyon süresini azaltmaktadır [9].
Bu amaçla ulaşmak için bizim postpnömonik ampiyemde başlangıç tedavimiz interkostal tüp drenajı, antibiyoterapi ve plevral irrigasyondur. Ortalama 10-12 gün sonra bu tür konvansiyonel tedaviye cevap vermeyen hastalarda, hastalığın kronik faza geçmesini engellemek için erken dekortikasyona karar verdik. Göğüs röntgenogramlarında akciğer ekspansiyonu sağlanamayan hastalarda bu tür grafi ile lezyonun gerçek durumu tam olarak belirlenemediği için rutin olarak kompüterize tomografiye başvurduk, böylece pulmoner parenkim lezyonları plevradakilerden ayırt etme ve onların gerçek büyüklük ve sınırlarını saptama özelliğinden yararlanmaya çalıştık. Operasyon bulgularının genellikle CT bulguları ile uyum gösterdiği görülmüştür [10].
CT çekilmesi esnasında uyum gösteremeyen küçük çocuklarda ise interkostal tüpten radyopak madde vererek birkaç pozisyonda yapılan sinogramın lezyonun durumu hakkında bir fikir verdiğini gördük.
Muscle sparing (M.latissimus dorsi ve M. Seratus anterior kesilmeden) posterolateral toraktomi ile plevral poş açılıp fibrin depozitleri temizlendikten sonra 1-15 cm kalınlığındaki plevral kabuk çıkarıldı. İyi bir fonksiyonel düzelme için komple bir dekortikasyon yapmaya özen gösterdik. Komplikasyonlardan kaçınmak için aorta, özofagus ve v. cava yakınlarında dekortikasyon gerektiğinde parsiyel olarak yapılmalıdır. Biz operasyon esnasındı ciddi bir kanamaya rastlamadık ve ortalama bir ünite kan kullandık.
Başarılı bir sonuç uygun bir postoperatif bakımı gerektirir. Göğüs tüp drenajı sistemine 15-20 cm H20 negatif suction uyguladık. Drenlerden gelen kan miktarı minimal olup retorakotomiyi gerektirmedi. Akciğerin kollabe olmasını önlemek için nazotrakeal aspirasyon ile bronş temizlenmesine özen gösterdik. Hastalarımızda ampiyem nüksü saptamadık. Postoperatif 4. günde drenleri alıp ortalama 10. günde eksterne ettik.
Opere ettiğimiz hastaların 6sında (%9) postoperatif grafiklerinde kostofrenik obliterasyon saptadık. Aylık kontrollerde bu görünümün kendiliğinden kaybolduğunu saptadık. Dekortikasyon yapmadığımız 71 (%52) hastamızda hastanede yatış süresi ortalama 2 ay idi ve aynı zamanda bu hastaların tam bir radyolojik iyileşmesi sözkonusu değildi. Çocukluk çağı ampiyemlerinde konvansiyo-nel tedaviye cevap vermeyen olgularda erken dekortikasyon, az riskli, hospitalizasyonu kısaltan bir uygulamadır [11,12].
Ampiyemin akciğer perfüzyonuna etkisini araştırmak için 23 hastamızda operasyon öncesi yaptığımız pulmoner perfüzyon sintigramlarında ortalama perfüzyon defektinin % 65 (% 25-98) olduğunu gördük.
Swaboda ve arkadaşları erişkin kronik ampiyemli hastalarda pulmoner perfüzyon kaybının ortalama % 22 olduğunu ve postoferatif olarak bunun % 15e gerilediğini buldular [13]. Biz kendi serimizde 10 hastamıza postoperatif ortalama 3. ayda yaptığımız pulmoner sintigramlarda perfüzyon defektinin %4 (%8-0.7)e gerilediğini gördük. Bu düzelme erken yapılan dekotikasyon ile akciğere baskı yapan plevranın çıkarılması sonucudur.