ISSN : 1301-5680
e-ISSN : 2149-8156
Turkish Journal of Thoracic and Cardiovascular Surgery     
Sol Ventriküler Anevrizma Onarımı: Lineer anevrizmektomi tekniği ve erken sonuçları
Sait AŞLAMACI, Atilla SEZGİN, Atılay TAŞDELEN, Afşin YAVERİ, Çoşkun İKİZLER
Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalı

Abstract

Some controversies still exist on the optimal operative techniques and indications for resection of left ventricular aneurysm. We reviewed our ten years experience in surgical treament of 180 patients with antro-apical left ventircular eneurysm. Multivessel disease in 122 (68%) and isolated left anterior descending (LAD) disease in 58 (32%) patients were identified, 25 patients underwent aneurysmectomy alone and remaining 155 had aneurysmectomy with bypass. Average number of distal anastomosis was 2.2±1.1. A modified technique of lineer closure with reduction of longitudinal axis was used. In 72 (40%) op patients the excision of aneurysm was done under hypothermic fibrillation without aortic cross-clamping. LAD system was bypassed by using internal mammary artery (IMA) in 134 (74.4%) patients. In early stages of postoperative period 54.3% of the patients having a graft to the LAD system needed positive inotropic support. When no graft was placed to the LAD system the incidence increased to 63.4% 28% of the patients without having aortic cross-clamping during repair needed positive inotropic support. The mortality rate was 0.5 %. We conclude that lineer closure technique is effective as much as the others. LAD grafting with IMA and repair without using aortic cross-clamping improve survival and reduce mortality rates.

Miyokard infarktüsü sonrasında gelişen sol ventrikül anevrizmasının cerrahi tedavisi, ilk yapıldığı 1958 yılından bu yana gerek cerrahi indikasyon gerekse cerrahi yöntem bakımından tartışmalara ve modifikasyonlara uğramıştır. Hakiki anevrizma olarak adlandırmak için transmural skar dokusu ile birlikte diskinetik duvar hareketinin varlığı gereken patolojinin bu özelliği nedeniyle özellikle preoperatif dönemdeki tanımı güçlük arzedebilmektedir. Harabiyete uğrayan kas dokusu ile diskinetik alanın genişliği her zaman parallelik göstermediği için klinik tanımlar patolojik tanımla teyid edilemeyebilmektedir [1].

Anevrizma varlığında ventrikül geometrisi ve duvar hareketlerinde oluşan değişiklikler kalp yetersizliği, tromboembolizm, göğüs ağrısı ve hayatı tehdit edici boyutlara varabilen aritmilere neden olduğunda cerrahi tedavi kaçınılmaz olmaktadır [2,3,4]. Ventrikülün geometrik olarak sistol ve diyastolik hareketle kan akımı doğrultusunda uzayabilen küresel yapısı, anterolateral apikal anevrizma varlığında bozulmaktadır. Cerrahi tedavide Cooley tarafından ilk tarif edilmiş olan skar dokusunun eksizyonu ve ventrikülün lineer dikiş yöntemiyle tamiri sıklıkla kullanılan yöntemlerden birisidir [5].

Sonraki yıllarda bu yöntemin ventrikülün kısa eksen çapını küçültmesi ve dolayısı ile ventrikülün normal geometrik şeklini almasına yeterli çözüm getirmediği noktasından hareketle, anevrizma bölgesini sirküler olarak küçültmek ve yama kullanarak oval yapısını korumaya yönelik teknikler tarif edilmiştir[6-9]. Protez yamaların olası infeksiyon riskini azaltmak için yamanın perikard ilişkisini yok edecek endoanevrimofi teknikleri geliştirilmiştir [10].

Bu tekniklerin takdiminde, gerek ventrikül fonksiyonlarının klasik lineer tamire göre daha iyi olduğu, gerekse mortalitenin önemli ölçüde düştüğü öne sürülmüştür [11,12]. Buna karşılık son yıllarda modern imaj tekniklerinin kullanıldığı detaylı raporlar cerrahi yöntemler arasında beklendiği ölçüde farklar olmadığını vurgulamaktadır [13,14].

Bu çerçevede anevrizmektominin sol ventrikül fonksiyonları üzerindeki iyileştirici etkisi ve optimal tekniğin hangisi olduğuna dair soruların cevapları hala açık değildir. Bu retrospektif çalışmada lineer tamir yöntemi ile tedavi edilmiş anevrizmalı hastaların sonuçları tartışılacaktır.

Methods

Eylül 1986 – Kasım 1996 tarihleri arasında sol ventrikül antero apikal bölgede anevrizma tanısı olan 180 hastaya anevrizmektomi yapılmıştır. Akut miyokard infarktüsü sonrası acil olarak cerrahiye alınan ve ventrikül diskinezisi gösteren hastalar seriye dahil edilmemiştir.

Hastaların yaş, cins, angina ve efor sınıflamaları incelenmiştir (Tablo 1). Cerrahi endikasyon olarak angina 165 hastada kalp yetersizliği, 44 hastada anevrizma içerisinde aşikar trombüs görünümü ya da emboli hikayesi 76 hastada tesbit edilmiştir. 122 hastada LAD sistem dışında diğer damar hastalığı tesbit edilmiş ve bu damarlarada bypass yapılmıştır.

Hastaların yaş,cins,angina ve efor sınıflamaları

Sol ventrikül duvar hareketleri, sol anterior oblik enjeksiyonlarda segmentler olarak iki ayrı hekim tarafından değerlendirilerek sol ventrikül skorlaması yapılmış ve ortalama sol ventrikül skoru 16.08±2.1 bulunmuştur. Sol ventrikül diyastol sonu basıncı ortalama 18.06±9.39 mmHg ölçülmüştür. Sol ventrikül volüm hesapları tüm hastalarda standardize edilemediği için kriter olarak alınmamıştır.

İlave kapak lezyonu tespit edilmiş olup 20’nin üzerindeki mitral veya aorta yetersizliği tespit edilen kapaklar cerrahi girişim esnasında değiştirilmiştir. Bu hastada mitral kapak replasmanı, bir hastada da aort kapak replasmanı yapılmıştır.

Tüm cerrahi girişimler aynı cerrahi ekip tarafından aynı yöntemle gerçekleştirilmiştir. Pulsatil kardiyopulmoner bypass, membran oksijenasyon ve orta derecede sistemik hipotermi kullanılmıştır. 72 (%40) hastada anevrizma tamiri aorta klempi konulmadan, hipotermik fibrilasyon ile yapılmış, ilave olarak koroner bypass yapılan hastalarda anevrizma tamirinden sonra aorta klemplenerek soğuk potasyum kristalloid kardiyoplejisi tek doz olarak verilmiştir. Tüm hastalarda topikal soğutma yapılmış ve miyokard ısısının monitörize edildiği hastalarda ısı ortalama 18.2±3.7°C olarak temin edilmiştir.

Anevrizma tamiri, tüm hastalarda anteroapikal vertikal insizyonu takiben skar dokusunun eksizyonu ve teflon felt destekli çift sıra dikiş tekniği ile longitudinal olarak yapılmıştır. Dikişler skar dokusunda geniş, teflon felt’den ise daha dar olarak alınmak suretiyle longitudinal eksende kısmen kısalma da temin edilmiştir. Septal skar dokusunun varlığında dikişler septal bölgenin plike edilebileceği tarzda dikiş hattı içerisine alınmıştır. Septal ve apikal bölgede ayrıca plikasyon ve plasti yöntemleri uygulanmamıştır. Tamirde tüm skar dokusunun devre dışı bırakılmasına itina edilmiş, sol anterior desending koroner arter mecbur kalındığında dikiş hattına dahil edilerek korunmamıştır. Anevrizma tamiri yapılan 180 hastanın 120’sinde (%66.6) LAD arere darlık yada tıkanıklık sonrasında kalan kısımla, anevrizma tamir dikişleri arasında kalsın ya da kalmasın mesafeye bakılmaksızın eğer açık bir lümen varsa İMA kullanılarak anostomoz yapılmıştır. Anastomoz yapılmayan hastalarda neden, kalan koroner arterin tam oklüzyonu veya ileri arteriosklerotik değişiklikler göstermesidir.

Results

Erken postoperatif dönemde (0-30 gün) bir hasta kaybedilmiştir (%50). 60 yaşında kadın hasta da yaygın damar hastalığı nedeniyle anevrizmektomiyle ilave olarak 5 graft konmuş, ancak sol ventrikül pompa yetersizliği nedeniyle erken postoperatif saatlerde kaybedilmiştir.

Hastalardan 76’sında (%42.2) anevrizma içerisinde trombüs tesbit edilmiş ve endokardiyal skar dokusu ile birlikte kürete edilmiştir.Bu hastalardan sadece 4’ünde (%5.2) şüpheli emboli hikayesi tespit edilmiştir. Preoperatif anjiyografik incelemelerde 70 (%38.8) hastada trombüs görüntüsü tesbit edilmiş ancak bunlardan 19’unda (%27.1) trombüs ameliyatta tesbit edilmemiştir. Buna karşılık anjiyografide trombüs görülmeyen hastalardan 25’inde (%22.7) ameliyatta trombüs tespit edilmiştir.

Erken postoperatif dönemde 3 hasta da geçici serebral iskemi gözlenmiş olup bu hastalardan birisinde postoperatif ikinci yılda petit-mal epilepsi atakları tespit edilmiştir. Bir hastada postoperatif 1. günde sol hemiparezi gelişmiş ve sekel bırakmada düzelmiştir.

Hastaların 14’ünde preoperatif dönemde ventriküler aritmi gözlenmiş, bunlardan 10’unda ameliyat öncesi çekilen elektrokardiyogramlarda sık ventriküler ekstra sistoller tesbit edilmiştir. Bir hasta geçirilmiş ventriküler taşikardi nedeniyle tedavi görmekte iken opere edilmiştir. Postoperatif dönemde 21 hastada ventriküler ekstrasistol tesbit edilmiş, bunlardan 12’si antiaritmik tedavi alarak hastaneden çıkmışlardır. 12 hastanın 4’ü preoperatif ventriküler aritmi gösteren hastalardır. Bir hasta preoperatif sol dal bloğu tanısı almış, operasyon sonrasında ritm bozukluğu göstermemiştir.

Hastaların 19’unda geçici minör gastrointestinal komplikasyonlar görülmüş, bir hastada gastrointestinal kanama olmuştur. İki hastada non-oligürik poliüri ile seyreden reversibl renal yetersizlik gelişmişti. Hiçbir hastada postoperatif kanama nedeniyle revizyon yapılmamış, infeksiyon gözlenmemiştir.

Toplam 180 hastadan 122’si çok damar hastalığı, 58’i izole LAD sistem hastalığı göstermiştir. LAD sistem hastalığı olan 58 hastanın 25’inde izole anevrizmektomi, 20 hastada anevrizmektomiye ilave olarak LAD bypass, 6 hastada diagonal bypass, 7 hastada LAD ve diagonal bypass yapılmıştır.

Çok damar hastalarında ortalama damar hastalığı 2.7±0.9, ortalama greft 2.2±1.1’dir Bu gruptaki 122 hastadan 81’inde (%66.4) komplet revaskülarizasyon, 25’inde LAD dışında tam revaskülarizasyon sağlanmış, 16 hastada revaskülarizasyon inkomplet olmuştur. Tüm hastaların 134’ünde (%74.4) LAD sisteme (diagonal dahil) gref konmuştur.

Kardiyopulmoner bypass süresi ortalama 82.3±33.0 dk, aorta klemp zamanı ise ortalama 42.9±16.6 dk olarak gerçekleşmiştir. Hastaların %40’ında anevrizma tamiri esnasında aorta klempi konmamıştır. 122 çok damar hastasından, aorta klempi tüm işlem boyunca konan hastalarda ortalama aort klemp zamanı 53.4±17.6 dk, anevrizma tamiri esnasında klemp konmayan hastalarda ise süre 38.5±14.9 dk olmuştur.

Postoperatif dönemde 98 (%54.4) hastada anevrizmektomi sonrası sıklıkla görülen taşikardiyi kontrol etmek veya pozitif inotrop destek sağlamak amacıyla digital preparatları kullanılmıştır. Erken postoperatif dönemde hastaların %57.1’inde 5 mg/kg/dk dozdan daha fazla dopamin desteği gerekli olmuştur.

Dopamin ihtiyacı olan hastalardan %56.1’inde bu ihtiyaç ilk 12 saat sürmüştür. Dopamin desteği hastaların %83.5’inde ilk 24 saatte kesilmiştir. Komplet revaskülarize edilen hastalarla, revaskülarizasyonu inkomplet olan hastalar arasında pozitif inotrop destek yönünden istatistiksel öneme haiz bir fark gözlenmemesine karşılık LAD’ye greft konmayan hastalarda %63.9 oranında pozitif inotrop destek gerekirken LAD grefti konan hastaların %54.3’ünde destek gerekmiş olup aradaki fark anlamlı bulunmuştur (p<0.001).

Çok damar hastalığı olup anevrizma tamiri esnasında aorta klempi konan gruptaki (aort klemp zamanı 53.4±17.6 dk) hastaların %28’inde 24 saatten daha uzun süre pozitif inotropi gerekirken, anevrizma tamiri esnasında aorta klempi konmayan (aorta klemp zamanı 38.5±14.9 dk) grupta %15 hastada 24 saatten daha uzun süre pozitif inotropi gerekmiştir. Aradaki fark istatistiksel öneme haiz bulunmuştur (p<0.001).

Postoperatif dönemde 1 hastada intraaortik balon desteği gerekmiş olup bu hasta erken postoperatif dönemde kaybedilmiştir.

Discussion

Sol ventrikül anevrizmasının ilk olarak 1958 yılında Cooley [5] tarafından lineer tamir tekniği kullanılarak yapıldığından günümüze kadar bu yöntem birçok klinikte başarı ile kullanılmaktadır. 1978 yılında Levinsky ve ark.[15] sol ventrikül kavitesinin adı geçen yöntemle yapılan tamirlerde küçüldüğüne dikkat çekmiş, 1980 yılında Hitckins ve Brawley [16,17,18] anevrizma tamiri yapıldıktan sonra eksitus olan 18 hastada yaptıkları otopsi ve klinik çalışmada ventrikül geometrisinde meydana gelen bozukluğun postoperatif gelişen kardiyojenik şok oluşumundaki rolüne işaret etmişlerdir.

Teknik modifikasyonların tartışıldığı bu yıllarda Jatene ve ark.[6] anevrizma oluşumu ile normal spiral adele bantlarının integritesindeki bozulmanın hem transfers hem de longitudinal doğrultuda olduğunu ifade etmişler, skar doku rezeksiyonundan sonra septumda plikasyon, anevrizma orifisinde sirküler küçültme ve gerektiğinde orifisin yama kullanılarak tamirinin üstünlüklerini vurgulamışlardır. Bu yöntemle yaptıkları 508 hastada daha düşük mortalite ve daha iyi ventriküler fonksiyonları temin edildiğini rapor etmişlerdir.

1990’da Cooley [19] endoventriküler tamir yaptığı 24 hastada ejeksiyon fraksiyonunda preop. döneme göre önemli artışı %71 hastada gözlerken, klasik tamir yaptığı hastalarda bu insidansın %51 olduğunu rapor etmiştir. 1992 tarihinde Follette ve ark. [13] Cooley’in tarif ettiği metodu kullanarak postop. dönemde sol ventrikül kısa eksen kontraktilitesinde önemli artış olduğunu belirtmişlerdir.

Gerek ventirül fonksiyonlarının iyileştirilmesi gerekse mortalitenin düşürülmesi bakımından teknik olarak teorik düzeyde anlamlı görünmesine rağmen, teknikler arasındaki farkı gösteren prospektif randomize geniş serilerin olmayışı birçok klinikte klasik lineer yönteminin hala çok kullanılan tekniklerden biri olma özelliğini sürdürmesine sebep olmuştur. Kessler ve ark. [13] 62 hastada lineer tamir ile sirküler tamir teknikleri arasında gerek anatomik gerekse ventrikül fonksiyonları bakımından önemli fark bulmadıklarını ifade etmişlerdir.

Serimizde lineer tamir yapılan hastalarda çok düşük mortalite oranları, erken postoperatif dönemde yeterli ventrikül fonksiyonları elde edilmiştir. Benzer Mickleborough ve ark. [20] hasta üzerinde yaptıkları araştırmada da belirtilmiştir. Bu yazarlar uygulamakta olduğumuz tekniğe benzeyen modifiye lineer tamir tekniğinde, hastaların önemli bir kısmında yeterli perfüzyon basıncı temin edilmek kaydıyla aortik klemp konmadan ve kardiyoplejik arrest kullanmadan kısa sürede anevrizma tamirinin tamamlanabildiğini, böylece miyokardiyal iskemi zamanını minimale indirilebilmesini avantaj olarak ileri sürmektedir. Serimizde aorta klempi konmadan yapılan ameliyatlarda pozitif inotropik ajan ihtiyacı daha az olup uzun süreli destek bu grup hastalarda daha az oranda gerekmiştir.

Serimizde yaklaşık hastaların yarısında (%42.2) trombüs tesbit edilmiş olmasına rağmen preop. dönemde tromboembolik komplikasyon görülme insidansı oldukça düşüktür. Preoperatif tetkiklerde sol ventrikülde aşikar trombüs tespit edilmesi cerrahi endikasyonlardan birisidir. Ancak serimizde preop. tetkiklerle trombüs tespit edilemeyen hastaların yaklaşık 1/5’inde trombüs bulunmayışı, diagnostik yöntemlerin bu konuda yetersiz ve hassas olmadığı sonucunu doğurmaktadır. Postoperatif dönemde görülen serebral komplikasyonlar diğer bypass yapılan hastalardan farklı bulunmamıştır.

Mümkün olduğu takdirde LAD ve diagonal dalların revaskülarizasyonu gerek anterolateral duvar, gerekse septal bölge beslenmesine önemli katkı sağladığı genel kabul görmektedir[21]. Hastaların %74.4’ünde LAD sisteme greft konmuştur. Distal LAD anevrizma tamir dişikleri arasında kalmış ve sağlıklı segment çok kısa kalsada arteriyel konduit kullanmak kaydıyla (LAD greftlenmesini gerek erken dönem ventrikül fonksiyonları, gerekse uzun dönemde yaşam süreleri üzerine olumlu etki yaptığına inanıyoruz. Erken dönemde LAD grefti olan hastalarımızda pozitif inotrop destek gereksinimi greft konmayan hastalara göre önemli ölçüde azalmıştır.

Bu hastalarda ameliyat sonrası yaşam süreleri diğerlerine göre daha uzundur. Mills ve ark. [2] LAD’ye İMA kullandıkları hastalarda 5 yıllık yaşam %88 hastada temin edilmiş, LAD’ye safen greft kullanılan hastalarda ise bu sıklığın %72 olduğunu vurgulamıştır. Gerek LAD sistemindeki hastalık, gerekse anevrizma tamirinin sonunda damar yatağındaki azalmanın kan akımı üzerindeki negatif etkisi arteriel greftlerin üstünlüğünü ortaya çıkarmaktadır. Serimizde İMA’in uygun bulunmadığı üç hasta dışında LAD’ye internal mammary arter anastomoz edilmiştir. Çok damar hastası olan hastalarda internal mammary arterin kan akımı az ve hedef kasılabilir kas dokusu kısıtlı olan bölgede kullanılması diğer damarlara yapılacak revaskülarizasyonun önemini arttırmaktadır. Bu nedenle son yıllarda bilateral İMA kullanılmak suretiyle sirkumfleks sisteme sağ İMA anastomuzunu artan sıklıkta uygulamaktayız.

Literatürde anevrizma ile birlikte çok damar hastalığı insidensi %72.5-80 arasında değişmektedir [22]. Serimizde bu insidens %75’dir. Bu gruptaki hastalarımızdan %64.4’ünde komplet revaskülarizasyon gerçekleştirilebilmiş, %17.2’si LAD dışında tam revaskülarize edilmiş ancak %13.1 hastada revaskülarizasyon inkomplet olmuştur.

Literatürde anevrizmektomiye ilaveten çok damar grefti gereken hastalarda mortalitenin arttığına, ayrıca inkomplet revaskülarizasyonla sonuçlanması halinde bunun daha da yükseleceğine ait sonuçlar, serimizde mortalitenin çok düşük olması nedeniyle irdelenememiştir. Kontrast bir sonuç olarak inkomplet revaskülarize edilen hastalarla komplet vaskülarize edilen hastalarda erken postop. dönemde komplikasyonlar ve pozitif inotropi gereksinimi açısından önemli bir fark bulunamamıştır. Beş yıllık yaşam komplet revaskülarize edilen hastalarda %79, inkomplet olanlarda ise %65, bir diğer seride ise 7 yıl için sırasıyla %65 ve %51 olarak bildirilmektedir [3,23].

Günümüzde anevrizma tamiri yapılan hastalarda mortalite %1-3 arasında değişen düzeylerde gerçekleşmekte ve teknikler arasında mortaliteyi etkilediği öne sürülen farklar hala tartışma düzeyinde kalmaktadır [3,20]. Öte yandan ventrikül fonksiyonlarında meydana gelmesi hedeflenen iyileşmenin sirküler tamirin yapıldığı endoventriküler teknikle en üst düzeyde gerçekleştiği fikri ileri sürülmekte olup, daha sonra yapılan çalışmalarda tam olarak gösterilememiştir. Büyük ihtimalle üç boyutlu ekokardiyografi, komputerize tomografi ve magnetik rezonans tekniklerinin daha hassas bir biçimde uygulamaya girmesi postop. dönemdeki teknikler arasındaki küçük farklılıkları anlamaya yardımcı olacaktır.

Bu çalışmada kısmen longitudinal kısalmayı da temin edecek şekilde dikiş tekniği kullanılarak klasik lineer teknikle yapılan cerrahi sonuçlarımızı yayınlayarak bu cerrahinin düşük mortalite ve morbidite ile uyguladığımızı belirtmek istedik. Daha detaylı çalışmalarla aradaki farklar kesin olarak aydınlanıncaya kadar lineer tamir tekniğinin de seçkin yöntemlerden birisi olduğu akılda tutulmalıdır.

References

1) Grandin P, Kretz G, Bical O, et al: Natural history of saccular aneurysms of the left ventricle. J Thorac Cardiovasc Surg 1979; 77:57-64.

2) Mills NL, Everson CT, Hockmuth DR: Technical advancs in the treatment of left ventricular aneurysm. Ann Thorac Surg 1993; 55:792-800.

3) Cohen M, Packer M, Gorlin R: Indications for left ventricular aneurysmectomy. Circulation 1983; 67:717-22.

4) Shaw RC, Ferguson TB, Weldon CS, Connors JP: Left ventricular aneurysm resection. Indications and long-term follow-up. Ann Thorac Surg 1978; 25:336-39.

5) Cooley DA, Collins HA, Morris GC, Chapman DW: Ventricular aneurysm after myocardial infarction: Surgical excision with use of temporary cardiopulmonary bypass. JAMA 1958; 167:557-60.

6) Jatene AD, Paulo S: Left ventricular aneurysmectomy. J Thorac Cardiovasc Surg 1985; 89:321-31.

7) Komeda M, David TE, Malik A, Iranov S, Sun Z: Operative riscs and long-term results of operation for left ventricular aneurysm. Ann Thorac Surg 1992; 53: 22-9.

8) Rao G, Zikria EA, Miller WH, et al: Experience with sixty consecutive ventricullar aneurysm resections. Circulation 1974; 49(Suppl):II, 149-53.

9) Elefteriades SA, Solomon LW, Salazar AM, Batsford WP, Baldwin SC, Kopf GS: Linear left ventricular aneurysmectomy: Modern imaging studies reveal improved morphology and function. Ann Thorac Surg 1993; 56:242-52.

10) Cooley DA: Ventricular endoaneurysmsmarphaphy: a simplified repair for extensive post infarction aneurysm. J Cardiac Surg 1989; 4:200-5.

11) Sesto M, Schwarz F, Thiederman KV, Flameng W, Schlepper M: Failure of aneurysmectomy to improve left ventricular function. Br Meart J 1979; 41:79-88.

12) Di Donato M, Barletta G, Maroli M, et al: Early hemodynamic results of left ventricular reconstructive surgery for anterior wall left ventricular aneurysm. Am J Cardiol 1992; 69:886-90.

13) Kesler KA, Fiore AC, Naunheim KS, et al: Anterior wall left ventricular aneurysm repair. A comparison of linear versus circular closure. J Thorac Cardiovasc Surg 1990; 103:841-48.

14) Nicolosi AC, Weng ZC, Detwiler PW, Spotnitz HM: Simulated left ventricular aneurysm and aneurysm repair in swine. J Thorac Cardiovasc Surg 1990; 100:745-55.

15) Lewinsky L, Arani DT, Raza ST, Kohn R, Schimert G: Dacron Patch enlargement of anterior wall of left ventricule after aneurysmectomy with concomitant infarctectomy. J Thorac Cardiovasc Surg 1978; 77:753-6.

16) Brawley RK, Magoven GJ, Gott VL, et al: Left ventricular aneurysmectomy factors influencing postoperative result. J Thorac Cardiovasc Surg 1983; 85:712-17.

17) Hutchins GM, Brawley RK: The influence of cardiac geometry on the regults of ventricular aneurysm repair. Am J Pathol 1980; 99:221-30.

18) Hutchins GM, Bulkley BH, Moore GW, Piasio MA, Lohr FT: Shape of the human cardiac ventricles. Am J Cardiol 1978; 41:646-54.

19) Cooley DA: Repair of postinfarction aneurysm of the left ventricle. in: Cooley DA (ed). Cardiac Surgery. State of the Art Reviews 4:2, Philadelphia, Hanley and Belfus, 1990; 309.

20) Mickleborough LL, Maruyama H, Liu P, Mohammed S: Results of left ventricular aneurysmectomy with a tailored sear excision and primary closure technique. J Thorac Cardiovasc Surg 1994; 107:690-98.

21) Akins CW: Resection of left ventricular aneurysm during hypothermic fibrillatory arrest without aortic occlusion. J Thorac Cardiovasc Surg 1986; 91:610-18.

22) Mullen DC, Posey L, Gabriel R, et al: Prognostic considerations in the management of left ventricular aneurysm. Ann Thorac Surg 1977; 23:455-60.

23) Cosgrove DM, Loop FD, Irarfazoval MJ, Groves LK, Taylor PC, Golding LA: Determinants of longterm survival after ventricular aneurysmectomy. Ann Thorac Surg 1978; 26:357-63.