Hastaların %40'ında nefes darlığı, öksürük ve göğüs ağrısı gibi semptomlar vardır. Lezyonun yerleşim yeri ve büyüklüğü hastaların semptomatik olmasında etkili olan faktörlerdir. Özellikle hipertrofik pulmoner osteoartropati (Pierre Marie-Bombery Sendromu) ve tümörün IGF-2 üretimi sonucu ortaya çıkan hipoglisemi (Doege-Potter Sendromu), dev SFT ile ilişkili paraneoplastik sendromlardır. Tümör cerrahi olarak çıkarıldıktan sonra yüksek serum IGF-2 ve düşük serum glikoz seviyesi normal seviyeye, çomak parmak ve osteoartropati gibi patolojik değişiklikler de tamamen geriye dönebilmektedir.[1,5] Bizim olgumuzda, 22 cm çapında dev SFT olmasına rağmen asemptomatik idi ve herhangi bir paraneoplastik sendrom varlığını destekleyen bulgu yok idi.
Akciğer grafisi tanıda önemli bir yere sahiptir. Hastalarda yuvarlak, düzgün sınırlı, homojen ve soliter bir lezyon saptanır. Toraks BT'sinde ise genellikle kas yapıların yoğunluğu ile aynı yoğunlukta düzgün sınırlı bir lezyon saptanır. Kontrast madde verilerek yapılan çekimlerde tümörün vaskülarizasyonunun zenginliği sonucu genellikle homojen ve fazla kontrastlanma gösterdikleri görülür. Ancak büyük boyutlardaki lezyonlarda nekroz, miksoid dejenerasyon veya hemorajiye bağlı olarak düşük yoğunlukta heterojen alanlar izlenebilir. Manyetik rezonans görüntüleme komşu yapılara invazyonu değerlendirmede en duyarlı incelemedir. Anjiyografi kitleyi besleyen majör damarı belirlemede ve embolizasyon yapılmasında bazen yardımcı olabilir. Bizim olgumuzda akciğer grafisinde saptanan lezyona ileri inceleme olarak kontrastlı toraks BT'si yapıldı, elde edilen horizontal ve aksiyel kesitler ile lezyonun özellikleri, komşu yapılar ile ilişkisi ve majör besleyici damarı net bir şekilde ortaya kondu ve ileri araştırma yapmaya gerek kalmadı.
Cerrahi rezeksiyon öncesi transtorasik İİA genellikle tanısal değildir ve kesin tanı ancak eksize edilen materyalin morfolojik ve immünohistokimyasal olarak incelenmesinden sonra konulabilir. Makroskopik olarak sınırları düzgün, solid ve homojen görünüme sahiptirler. Nadiren miksoid, hemorajik ve nekrotik değişiklik görülebilir. Komşu doku veya parenkime basıya bağlı olarak yapışıklıklar gelişebilir ancak bunlar yanlışlıkla invazyon olarak değerlendirilmemelidir. Histolojik olarak, tümör hiposelüler ve hiperselüler alanlardan oluşur. İğsi hücrelerden meydana gelen tümör belirgin bir patern oluşturmaz, buna “paternsizlik paterni” denir. İmmünohistokimyasal olarak hemen tüm SFT'ler yaygın (“diffuse”) CD-34 ve vimentin pozitifliği gösterir. Ayrıca %70 oranda CD-99 ve %20 oranda Bcl-2 pozitifliği bildirilmiştir. Sitokeratin, S-100 ve desmin hemen tümüyle negatiftir. Bunun tam tersine yaygın malign mezotelyomalar ise sitokeratin pozitif ve CD-34 negatif boyanırlar. Soliter fibröz tümörlerin plevradan kaynaklanan diğer mezotelial tümörlerden ayırımında CD-34 boyama yapılması şarttır.[1] Bizim olgumuzda immünohistokimyasal olarak yaygın CD-34 pozitifliği, vimentin pozitif ve sitokeratin, S-100 negatif olduğu saptandı.
England ve ark.[6] 223 olguluk çalışmalarında, SFT malignite kriterlerini; yüksek selülarite, pleomorfizm, atipi, 10'luk büyütmede 4'den fazla mitoz varlığı, geniş nekroz ve hemoraji odakları, plevral efüzyon, atipik yerleşim ve komşu yapılara invazyon olarak tanımlamışlardır. Malign özellik gösteren SFT'lerin, genellikle sesil yapıda ve 8 cm'den daha büyük olduğunu bildirmişlerdir. Benign formlarda tek rezeksiyon ile %100 kür, malign formlarda ise %45 oranında kür sağlandığını ve kalan %55'lik kısmın ise tümör invazyon veya metastazlarına bağlı olarak kaybedildiğini bildirmişlerdir.[6] Büyük boyutlara ulaşan SFT'ler potansiyel olarak malign kabul edilmelidir.[7] En önemli prognostik faktörün tam rezeksiyon olduğu göz önüne alındığında; dev SFT'ler şüpheye yer bırakmayacak şekilde tam eksize edilmelidir. Biz de alt lob ile birlikte kitleyi “en bloc” çıkararak tam rezeksiyon yaptık. Kohler ve ark.[8] ise SFT'nin benign formlarının FDG-PET negatif olduğunu, malign formların ise FDG-PET pozitif olduğunu saptamış ve PET'nin klinik alanda malign ve benign ayırımında kullanılabileceğini ve malignite lehine değerlendirilen olgulara hemen cerrahi rezeksiyon uygulanması gerektiğini bildirmişlerdir.
Soliter fibröz tümörlerde cerrahi sonrası görülebilen en önemli unsur nüks gelişmesidir. Bu nedenden dolayı sıkı takip edilmeleri gerekir. Bizim olgumuz ameliyat sonrası ikinci yıl içindedir ve yapılan incelemelerde herhangi bir nüks gözlenmedi.
Sonuç olarak, SFT için önemli malignite kriterlerinden biri de lezyonun büyük boyutlara ulaşmasıdır. Dev SFT'li olgular potansiyel olarak malign kabul edilmeli ve mümkün olduğunca tam rezeksiyon yapılmalıdır. Ayrıca geç dönemde ortaya çıkan nükslere bağlı ölümlerin önlenmesi için uzun süreli takip gereklidir.
Çıkar çakışması beyanı
Yazarlar bu yazının hazırlanması ve yayınlanması
aşamasında herhangi bir çıkar çakışması olmadığını
beyan etmişlerdir.
Finansman
Yazarlar bu yazının araştırma ve yazarlık sürecinde
herhangi bir finansal destek almadıklarını beyan etmişlerdir.
1) Thomas TW Yeldandi AV. Localized fibrous tumours of
the pleura. In: Thomas TW, Locicero J, Reed CE, Feins
RH, editors. General thoracic surgery. 6th ed. Philadelphia:
Lippincott Williams and Wilkins; 2005. p. 889-900.
2) de Perrot M, Fischer S, Bründler MA, Sekine Y, Keshavjee
S. Solitary fibrous tumors of the pleura. Ann Thorac Surg
2002;74:285-93.
3) Briselli M, Mark EJ, Dickersin GR. Solitary fibrous tumors
of the pleura: eight new cases and review of 360 cases in the
literature. Cancer 1981;47:2678-89.
4) Okike N, Bernatz PE, Woolner LB. Localized mesothelioma
of the pleura: benign and malignant variants. J Thorac
Cardiovasc Surg 1978;75:363-72.
5) Chaugle H, Parchment C, Grotte GJ, Keenan DJ.
Hypoglycaemia associated with a solitary fibrous tumour of
the pleura. Eur J Cardiothorac Surg 1999;15:84-6.
6) England DM, Hochholzer L, McCarthy MJ. Localized
benign and malignant fibrous tumors of the pleura. A
clinicopathologic review of 223 cases. Am J Surg Pathol
1989;13:640-58.